Doç. Dr. Mehmet Akif KORKMAZ
Mehmet Akif KORKMAZ was born in Bulancak district of Giresun province. He completed primary school in Bostanlı Village and secondary and high school in Giresun. He received his bachelor's degree from Istanbul University, Faculty of Literature, Department of Turkish Language and Literature, and postgraduate education at Cologne and Essen Universities. He worked as a teacher in Ordu, Trabzon, Giresun and Ankara. He worked as a Turkish Instructor at Passau University in Germany with the assignment of the Ministry of National Education. He completed his master's and doctorate in Turkish Folklore at Hacettepe University. He worked as a lecturer at Gümüşhane University Sociology Department. He is currently a faculty member at Giresun University, Faculty of Science and Literature, Department of Turkish Language and Literature, Department of Turkish Folklore. His researches are in the fields of labor migration abroad, adaptation and life culture, folk economy, traditional agricultural culture, local beliefs and practices, folk song genre, kemençecilik art and performers, German folk literature, oral folk literature genres and he has books, articles and papers based on field research. He also has translations from German on Volkskunde, cultural science, types of oral literature, political philosophy of the Göktürk State.
Address: Giresun Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Türk Halk Bilimi
Address: Giresun Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Türk Halk Bilimi
less
InterestsView All (86)
Uploads
bir ozandır. Bu yönüyle Dede Korkut’a; Türkçeyi ilmek ilmek dokumasıyla
Yunus Emre’ye; tekkelerde şiirinin olgunlaşmasıyla Abdalân-ı Rum’a; köy
köy, şehir şehir gezmesiyle Karacaoğlan’a benzer. Yani Türk âşıklık geleneğini
besleyen çoğu kanallar, Veysel’i de beslemiş; ortaya cumhuriyet terkibi yeni
bir şahsiyet çıkmıştır ve bu şahsiyet Türk şiirini, müziğini ve âşıklık geleneğini
yeni yüzyıla taşımıştır.
Gönüllü gitmiş işçi bireylerin birçoğu Almanya’ya gelmeden önce Türkiye’de kırsal bölgelerde ve kasabalarda yaşamıştır. Teorilere göre bu insanların modern bir toplumla beraber daha seküler bir yaşantıyı benimsemeleri beklenmiştir. Oysa tüm işçi gruplarının ilk sosyal sivil kurumu inanç ve ibadetlerini temsil eden yapılar olmuştur. Diğer yandan yaşamın gündelik ihtiyaçlarından olan toplanma mekânı kahvehanelerle etnik gıda ve eşya ihtiyaçlarının mekânı bakkallar da bu sivil kurumsal yapı etrafında gelişmiştir. Müslümanlık ve Türklük gibi üst yapıların yanı sıra bireysel bağlamda kendi olmak, kendi olarak Almanya’da kalmak, gelecek nesillere bu değerleri ve inançları aktarma işlevi dini ve kültürel cemiyetlerle birlikte gerçekleştirilmiştir.
Kişinin hayatı maddi ihtiyaçların karşılanmasına yönelik çabalarla örülür. Fakat bu karmaşık ve uzun yolculuğun düzenini zihni, soyut ilkeler ve ülküler çizmeye çalışır. Maddi ve zihni şeyler arasındaki çeşitli etkileşimler memleketi veyahut vatanı dışında yaşayan kişilerde büyük yansımalar bulur. Yardımseverlik, çalışkanlık, dürüstlük, dini inançlar ve ibadetler, gelenek ve görenekler gibi kendi öz değerlerine bağlı kalmak birinci nesilde işçilerin ve ailelerin yaşama değer katan ana prensiplerini oluşturmuştur. Değerler onları kültür erozyonuna karşı koruyan, dışarıya karşı milli kimliği temsil eden, bunların yanı sıra onun aylık kazancını koruyan ve birikiminin artmasına katkı veren başlıca düstur olarak kabul görmüştür. Sosyal işlevin yukarıda sayılan rolü kamusal kurumlarda kabul gördüğünden bu olguları canlı tutmak için desteklenmiştir. Değerler, toplumsal ilişkilerin sağlıklı kalmasının teminatını sürdüren araç gibi kullanılmıştır.
Bu sunumda insani ve milli değerlerin teşhisi ve muhasebesi örneği olarak 1939 Rize doğumlu Medar Bak ile 2008 yılında Berlin’de yapılan uzun soluklu görüşmenin üzerinde durulacaktır. Görüşmeci senaryosunu çizdiği kırk yıllık hayat hikâyesinde bu toplantımızın amacına paralel biçimde hem değerlerin tespitini yapmış hem de muhasebesini çıkarmıştır. Çalışma bu doğrultuda değerlerin diasporik ortamda kişilerde yansıyışını ve öne çıkışını onların anlattıklarıyla ele almıştır.
Bodun ve el kelimelerinin birden fazla ve çok farklı yorumlanması problemi bir tarafa, bu ikisi Türklerin kültürel ve siyasî tarihinin temel kavramlarıdır. Bu yazıda ilk önce Orta Çağ Türk tarihçilerinin bodun kavramı hakkındaki önemli görüşleri ele alınacaktır. Bu kelimelerden bodun eski kaynaklarda “halk” olarak çevrilmiştir. Üzerinde durduğum ikinci kelime el’in Eski Türk Yazıtları’nda ‘barış’ anlamına gelip gelmediği sorunu, bu anlamı şüpheye yer bırakmayacak şekilde ancak XXI. yüzyılda belgelenebildiğinden tek bir örnekle çözülemez. El kavramı, bir araya gelmiş olan boy birlikleri arasında bir barış haline isim olarak verildiği için tam manasıyla barış anlamına gelmese bile diğer anlamlarının yanında ‘barış’ olarak da doğru kabul edilebilir. Buradaki genellemelerden bu kavram çifti bodun ile el’in tek boyutlu bir anlamla açıklanmaya imkan vermediğini çalışmamda gördük. Ben burada, ilgili temel anlamları çeşitli açılardan derleyip yorumlayarak yeniden biçimlendirmeyi deniyorum. Diğer yandan da yan anlamları tarihî bakışla bir hiyerarşi içinde düzenlemek ve el ile bodun arasındaki bağlantıyı belirlemek amacındayım.
Makalede Orta Çağ Türk Devleti kanunun iki temel kavramı olan bodun ve el incelenecektir. Bodun kelimesi, etnik mensubiyet duygusuyla siyasi ve kültürel birlikleri pekişmiş kabilelerin oluşturduğu siyasi konfederasyonun çerçevesini oluşturan federe klanlar anlamına gelmekteydi. Halk veya ahali ise bodun kelimesinin yan anlamlarıydı. Bu anlamlara sıradan halk tabakası olan avam, savaşçı halk ve soylular sonradan eklenmişti. Göçer topluluklar, bağımsız iktidar organizasyonuna sahip klan birliğini (el) Orta Çağda diğerlerinden ayırırdı. El kavramı sadece politik organizasyon anlamında kullanılmakta imparatorluk, büyük ve hükümran devlet gücü anlamına gelmekteydi.
Anahtar Kelimeler
Orta Çağ Tarihi, Türk İmparatorluğu, kabile yasaları, klan federasyonu
bir ozandır. Bu yönüyle Dede Korkut’a; Türkçeyi ilmek ilmek dokumasıyla
Yunus Emre’ye; tekkelerde şiirinin olgunlaşmasıyla Abdalân-ı Rum’a; köy
köy, şehir şehir gezmesiyle Karacaoğlan’a benzer. Yani Türk âşıklık geleneğini
besleyen çoğu kanallar, Veysel’i de beslemiş; ortaya cumhuriyet terkibi yeni
bir şahsiyet çıkmıştır ve bu şahsiyet Türk şiirini, müziğini ve âşıklık geleneğini
yeni yüzyıla taşımıştır.
Gönüllü gitmiş işçi bireylerin birçoğu Almanya’ya gelmeden önce Türkiye’de kırsal bölgelerde ve kasabalarda yaşamıştır. Teorilere göre bu insanların modern bir toplumla beraber daha seküler bir yaşantıyı benimsemeleri beklenmiştir. Oysa tüm işçi gruplarının ilk sosyal sivil kurumu inanç ve ibadetlerini temsil eden yapılar olmuştur. Diğer yandan yaşamın gündelik ihtiyaçlarından olan toplanma mekânı kahvehanelerle etnik gıda ve eşya ihtiyaçlarının mekânı bakkallar da bu sivil kurumsal yapı etrafında gelişmiştir. Müslümanlık ve Türklük gibi üst yapıların yanı sıra bireysel bağlamda kendi olmak, kendi olarak Almanya’da kalmak, gelecek nesillere bu değerleri ve inançları aktarma işlevi dini ve kültürel cemiyetlerle birlikte gerçekleştirilmiştir.
Kişinin hayatı maddi ihtiyaçların karşılanmasına yönelik çabalarla örülür. Fakat bu karmaşık ve uzun yolculuğun düzenini zihni, soyut ilkeler ve ülküler çizmeye çalışır. Maddi ve zihni şeyler arasındaki çeşitli etkileşimler memleketi veyahut vatanı dışında yaşayan kişilerde büyük yansımalar bulur. Yardımseverlik, çalışkanlık, dürüstlük, dini inançlar ve ibadetler, gelenek ve görenekler gibi kendi öz değerlerine bağlı kalmak birinci nesilde işçilerin ve ailelerin yaşama değer katan ana prensiplerini oluşturmuştur. Değerler onları kültür erozyonuna karşı koruyan, dışarıya karşı milli kimliği temsil eden, bunların yanı sıra onun aylık kazancını koruyan ve birikiminin artmasına katkı veren başlıca düstur olarak kabul görmüştür. Sosyal işlevin yukarıda sayılan rolü kamusal kurumlarda kabul gördüğünden bu olguları canlı tutmak için desteklenmiştir. Değerler, toplumsal ilişkilerin sağlıklı kalmasının teminatını sürdüren araç gibi kullanılmıştır.
Bu sunumda insani ve milli değerlerin teşhisi ve muhasebesi örneği olarak 1939 Rize doğumlu Medar Bak ile 2008 yılında Berlin’de yapılan uzun soluklu görüşmenin üzerinde durulacaktır. Görüşmeci senaryosunu çizdiği kırk yıllık hayat hikâyesinde bu toplantımızın amacına paralel biçimde hem değerlerin tespitini yapmış hem de muhasebesini çıkarmıştır. Çalışma bu doğrultuda değerlerin diasporik ortamda kişilerde yansıyışını ve öne çıkışını onların anlattıklarıyla ele almıştır.
Bodun ve el kelimelerinin birden fazla ve çok farklı yorumlanması problemi bir tarafa, bu ikisi Türklerin kültürel ve siyasî tarihinin temel kavramlarıdır. Bu yazıda ilk önce Orta Çağ Türk tarihçilerinin bodun kavramı hakkındaki önemli görüşleri ele alınacaktır. Bu kelimelerden bodun eski kaynaklarda “halk” olarak çevrilmiştir. Üzerinde durduğum ikinci kelime el’in Eski Türk Yazıtları’nda ‘barış’ anlamına gelip gelmediği sorunu, bu anlamı şüpheye yer bırakmayacak şekilde ancak XXI. yüzyılda belgelenebildiğinden tek bir örnekle çözülemez. El kavramı, bir araya gelmiş olan boy birlikleri arasında bir barış haline isim olarak verildiği için tam manasıyla barış anlamına gelmese bile diğer anlamlarının yanında ‘barış’ olarak da doğru kabul edilebilir. Buradaki genellemelerden bu kavram çifti bodun ile el’in tek boyutlu bir anlamla açıklanmaya imkan vermediğini çalışmamda gördük. Ben burada, ilgili temel anlamları çeşitli açılardan derleyip yorumlayarak yeniden biçimlendirmeyi deniyorum. Diğer yandan da yan anlamları tarihî bakışla bir hiyerarşi içinde düzenlemek ve el ile bodun arasındaki bağlantıyı belirlemek amacındayım.
Makalede Orta Çağ Türk Devleti kanunun iki temel kavramı olan bodun ve el incelenecektir. Bodun kelimesi, etnik mensubiyet duygusuyla siyasi ve kültürel birlikleri pekişmiş kabilelerin oluşturduğu siyasi konfederasyonun çerçevesini oluşturan federe klanlar anlamına gelmekteydi. Halk veya ahali ise bodun kelimesinin yan anlamlarıydı. Bu anlamlara sıradan halk tabakası olan avam, savaşçı halk ve soylular sonradan eklenmişti. Göçer topluluklar, bağımsız iktidar organizasyonuna sahip klan birliğini (el) Orta Çağda diğerlerinden ayırırdı. El kavramı sadece politik organizasyon anlamında kullanılmakta imparatorluk, büyük ve hükümran devlet gücü anlamına gelmekteydi.
Anahtar Kelimeler
Orta Çağ Tarihi, Türk İmparatorluğu, kabile yasaları, klan federasyonu
Türk-Alman Üniversitesi Yayını, 2022.
Not: Kitapta bildiri metinlerim ve makalem unutulmuş.
Türk-Alman Üniversitesi Yayını, 2022.
Not: Kitapta bildiri metinlerim ve makalem unutulmuş.
Anadolu’da fındık yetiştiriciliğinin varlığı antik çağlara kadar götürülse bile üretici için ekonomik ve ticari anlamda değer kazanması 19. yüzyıl itibarıyla geliştirilen tarım ve ekonomi politikaları ile hız kazanmıştır.
19. yüzyılda ticaret ve liman şehirlerini kaybetmeye başlayan Osmanlı Devleti, Tanzimat ile girdiği modernleşme sürecinin getirdiği ekonomik sorunlara çözüm bulabilmek için sınırları içerisinde kalan en büyük ekonomik faaliyet olan tarımı desteklemek ve geliştirmek zorunda kalmıştır. Devlet desteği ve ürün geliştirmeleri Cumhuriyet döneminde kurumlaşarak devam etmiştir.
Bu çalışma, Osmanlı Devleti’nde Tanzimat ile başlayan modernleşme süreciyle paralel olarak ortaya çıkan ekonomik gerileme karşısında tarımsal üretimden elde edilen gelirleri arttırmak için geliştirilen reform hareketleri içerisinde yer alan ve Cumhuriyet döneminde devam ettirilen tarımda kurumsal oluşumların Giresun’da fındık ve fındık ticareti ile ilgili faaliyetlerini ve görev alanlarını kapsamaktadır.
Çalışmanın içeriği giriş, kurumlarla ilgili bölüm ve bir sonuç kısmından oluşmaktadır.
Çalışmanın Giriş bölümünde dünyada yaşanan ekonomik ve siyasi gelişmeler sonucunda Osmanlı Devleti’nin 19. yüzyılda tarım ve ekonomi politikalarına genel bir bakışa yer verilmiştir. Cumhuriyet ile devam eden tarımsal reform hareketleri, fındık ve fındıkçılığın kökeni, Giresun’un Türkiye fındık üretimindeki konumundan bahsedilmiş; konuya kültürel bir temel oluşturmak maksadıyla Giresun’un tarihi ve coğrafi özelliklerine kısaca yer verilmiştir.
Giriş kısmını takip eden ilk bölümde fındık ekonomisinin 16 kurumu ve kimlik bilgileriyle bir kurumlar tablosu yer almaktadır. Tabloda Giresun’da fındıkçılık alanında faaliyet gösteren 16 kurumun yapısı, bağlı olduğu birim, internet sitesi ve iletişim adresleri bulunmaktadır.
Çalışmanın omurgası olan kısa kurum bilgisi içeren tablodan sonra gelen bölümde, 16 kurumun kurumsal tarihçesi, kuruluşunu hazırlayan süreç, temel faaliyet alanları, Giresun’da fındık üretimi ve ticareti ile ilgili çalışmaları hakkında bilgi verilmiştir. Bölümün içerisinde kurumların Giresun’da fındıkçılık alanındaki çeşitli faaliyet, çalışma ve projelerine ait görseller de yer almaktadır.
Sonuç kısmında Giresun’da fındık ile ilgili faaliyet gösteren kurumların çalışmalarının fındıkçılık adına olumlu ve olumsuz etkilerinin ele alındığı, görüş, öneri ve eleştirilerin sunulduğu değerlendirme yer almaktadır.
Fındık başımızın tacıdır. Biz de elinizdeki çalışmayı fındık üreticisi çiftçilerin emektar ellerine ve çiftçi-bahçeci kadınların sevgi dolu kalplerine armağan ediyoruz. Cumhuriyetin tarımsal kalkınması için kurumsallaşma politikalarının hayata geçmesine ve köylü temelli kalkınmanın geliştirilmesine öncülük eden Mustafa Kemal Atatürk’ü rahmetle ve minnetle yâd ediyoruz.
In this PhD thesis, the social and cultural structures of Turks in Germany have been investigated. The impact of family traditions on their life styles in Germany has been analyzed from the narratives based on the experiences of success and failure. Their leisure, sense of entertainments, families and social circles are formed by communication networks as depending on their worldviews. Their attitudes towards problems and steps taken for their solutions are shaped by traditional structures which they belong to and their worldviews. In order to identify this impact, conversations, chats and narratives have been collected. Subject materials and observations done on site reflect their own positive or negative life experiences.
Turks in Germany emigrated from various parts of Turkey fifty years before. They made this new country their homeland and did not return. As a result of immigration, settlement and acculturation a new society, different from that of the first immigrants society, was formed in Germany. The interaction between immigrant origin and resident community has changed both sides. Their solution approaches for the problems that have emerged as a result of immigration construct their new “Germany Turks” identity.
Education in German and in their mother tongue, their relations with social environment, school and career, retirement life and difficulties which they encounter in daily life comprise all together their life experiences. Transitions from temporary labor to permanent and from immigrant to citizenship confront both communities with the basic problem of identity. In spite of a demographic need, Germany is reluctant to recognize this different identity. The laws discriminating against “immigrant-origin Germans” are the most important handicap to be overcome. The non-egalitarian and anti-democratic applications prevent immigrants from integrating to German society. Moreover, “option-model citizenship” and a never-ending-temporariness cause a lower statue than that of the other immigrant groups. However, the
evolution of the immigration process clearly demonstrates with social, cultural, political and economic indicators that they are permanent. From the very beginning, discriminatory politics have aimed to make them temporary in Germany. This has postponed their feeling of acceptance in social and political areas and prevented integration with the country.
During this immigration process, the relationship of Germany with Turkey has become a mass of problems. In spite of problems in past, political and economic developments require to continue with strong ties. The strong relations based on differences and mutual respect to identities should be realized by taking into account the presence of “Germany Turks”. Germany and Turkey should determine their stance by considering those sensitive
points. Moreover, “Germany Turks” should be aware that it is impossible to overcome all problems on their own efforts alone. Producing remedies for today’s problems with approaches of the past is not the solution. Germany and Turkey should give them support and guidance on the steps of this new re-organization. “Germany Turks” have experienced turmoil because of the “prepared” prescriptions not complying with their identity. The indicator of the most important development in recent years is their unique solutions.
The most of the people who have gone to Europe from Turkey as temporary labor for a few years have not returned. Those workers later on had brought their children and wife, and as a result of this, a new life has begun in various European countries. Due to this reality, the concept of “gurbetçi (expatriate)”, which has been used for a very long time for people who move to another city to live or work in Turkey, has been used as “yurtdışı gurbetçi (abroad expatriate)” for Turks in Germany. Over time in Turkey, this new expatriation is mentioned as “Almancılık (at a first glance, it can be translated as German-ist-ness, but its meaning in Turkish is completely different)” and this new expatriate type is called as “Almancı (again, it can be translated as German-ist, but its meaning in Turkish is completely different)”, since the new concept is completely different from the previous one. This is a nickname of their new identity. With this concept, it is emphasized that they are not similar to homeland expatriates and, moreover, that place and country are different than their original homeland. Changes they went through, staying in Germany for good and yet keeping their physical and social bounds with Turkey for half a century have led to an emergence of a new concept of “Germany Turks” instead of “Almancı”. Concepts such as
foreigners, guest workers, migrant workers, immigrants, “Germany Turks” reflect of the problems of identity formation. The heavy pain of new identity, which transforms to “yurtdışı gurbetçisi”, “Almancı”, “Germany Turks” and “European Turks (or Euro-Turks in short), has not cured yet. The social layer formed by those immigrants does not adhere to the suit cut out for them and to the cutting out time. This identity is a formation by selecting a different country and by continuing the effort of adoption to this new country for a while as a new homeland for them.
Key Words:
Immigration, Migrant, Guest Worker, Turks in Germany, Success Story, Family and Social Environment, Cultural Identity, World Vision.