Svoboda | Graniru | BBC Russia | Golosameriki | Facebook
Skip to main content
Üniversitelerin akademik faaliyetlerinin sağlıklı ve kesintisiz bir şekilde sürdürülebilmesinde idari örgütlenme oldukça önem taşımaktadır. Zira idari örgütlenme; öğrenci işlerinden bilgi işleme, kütüphane ve dokümantasyondan idari ve... more
Üniversitelerin akademik faaliyetlerinin sağlıklı ve kesintisiz bir şekilde sürdürülebilmesinde idari örgütlenme oldukça önem taşımaktadır. Zira idari örgütlenme; öğrenci işlerinden bilgi işleme, kütüphane ve dokümantasyondan idari ve mali işlere kadar birçok faaliyet alanını içermektedir. Söz konusu faaliyetlerin ayrı birer uzmanlık alanı olmasından ötürü kanun koyucu, idari hizmetleri, akademik faaliyetlerden ayırarak ayrı bir yapı içerisinde sunmayı tercih etmiştir. Bu bağlamda çalışmanın konusunu üniversitenin idari örgütlenmesinin zirve makamı olan “genel sekreterlik” ve bu örgütün faaliyetlerinden rektöre karşı sorumlu olan “genel sekreter” oluşturmaktadır. Üniversitelerin idari örgütlenmesi; idare hukuku, kamu yönetimi ve yükseköğretim yönetimi alanlarının kesişiminde yer almasına rağmen akademik çalışmalarda araştırma nesnesi olarak yeterince incelenmemiştir. Buradan hareketle çalışmada ilk olarak genel sekreterlik makamının tarihsel gelişimi ve hukuki dayanaklarına, ardından mevcut genel sekreterlik uygulamasına ve son olarak ise 2024 yılı Mart ayı itibarıyla devlet üniversitelerinde görev yapan genel sekreterlerin profillerine ilişkin verilere yer verilmektedir.
The Council of Europe (CoE) has attached great importance to local governments and local self-government in constructing an integrated Europe and, as a sign of this, has created an international convention entitled "the European Charter... more
The Council of Europe (CoE) has attached great importance to local governments and local self-government in constructing an integrated Europe and, as a sign of this, has created an international convention entitled "the European Charter of Local Self-Government (ECLSG)". The core aim of this investigation is to evaluate the local government legislation of Türkiye and Azerbaijan, which are contracting parties, within the framework of the principles and standards of the ECLSG. The assessment found that some of the articles/sub-articles on which both countries had made reservations have disappeared in practice, while some approved articles/sub-articles have yet not been incorporated into domestic legislation. Ultimately, Türkiye accepted twenty sub-articles (the minimum number required to accept the Charter) and made reservations for ten sub-articles. However, Türkiye is not applying the three articles it accepted and is actually applying nine of the ten articles for which it made reservations. On the other hand, Azerbaijan accepted twenty-six sub-articles and made reservations to four sub-articles. Like Türkiye, Azerbaijan does not apply the four articles it accepted, but actually applies three of the four articles to which it made reservations.
Türkiye’de popülist siyaset tarzının kamu yönetimi alanındaki yansımaları, genellikle mülki ve mahallî idare birimlerinin sayılarının standartlardan yoksun ve kontrolsüz bir biçimde artmasında belirgin bir şekilde hissedilmektedir.... more
Türkiye’de popülist siyaset tarzının kamu yönetimi alanındaki yansımaları, genellikle mülki ve mahallî idare birimlerinin sayılarının standartlardan yoksun ve kontrolsüz bir biçimde artmasında belirgin bir şekilde hissedilmektedir. Buradan hareketle, Türkiye’de mülki idare birimlerinin artması ile popülist siyaset arasındaki ilişkinin Anavatan Partisi (ANAP) dönemindeki mülki idare düzenlemeleri üzerinden incelenmesi çalışmanın amacını oluşturmaktadır. Çalışmada popülizmin kavramsal çerçevesine yönelik bilgiler için literatür incelemesi, ANAP dönemindeki mülki idare düzenlemelerine ilişkin veriler için ise doküman incelemesi yöntemleri tercih edilmektedir. ANAP’ın 1983-1991 arasında sekiz yıl tek başına iktidar olduğu dönemin araştırma nesnesi olarak tercih edilmesinde, cumhuriyet tarihinde en çok il ve ilçe kurulan zaman aralığının söz konusu döneme tekabül etmesi belirleyici olmuştur. Dönemin mülki idare düzenlemeleri açısından bolluk ve zenginliği, mülki idareye yönelik bu politikaların arka planında popülist siyasetin belirleyici olup olmadığını merak konusu kılmaktadır. Söz konusu amaç, yöntem ve veriler çerçevesinde kurgulanan bu çalışmanın ilk bölümünde popülizm, popülist siyaset ve rekabetçi popülizm olguları kavramsal çerçevede ele alınmaktadır. İkinci bölümde Türkiye’deki popülist siyasetin temellerine ve özel olarak ANAP popülizmine değinilmektedir. Son bölümde ise ANAP döneminde mülki idare sayısının artmasına aracılık eden hukuki düzenlemelere (3306, 3391, 3392, 3398, 3399, 3508, 3578, 3644, 3647 ve 3760 Sayılı Kanunlar) yer verilmekte ve bu çerçevede kanun metinleri, meclis komisyonu raporları ve kanun tekliflerindeki gerekçeler incelenmektedir. Ayrıca ilgili kısımda ANAP döneminde kurulan 255 ilçeye ilişkin demografik ve sosyoekonomik göstergelere referansta bulunularak, söz konusu ilçelerin kurulmasında etkili olan gerekçelerin rasyonelliği ve gerçekçiliği test edilmektedir.
Bu çalışmada Demokrat Parti (DP) dönemindeki mülki idare düzenlemelerine odaklanılmakta ve bunların popülizm, popülist politika ve patronaj sistemi ile olan ilişkisi analiz edilmektedir. Söz konusu analiz için nitel araştırmalarda veri... more
Bu çalışmada Demokrat Parti (DP) dönemindeki mülki idare düzenlemelerine odaklanılmakta ve bunların popülizm, popülist politika ve patronaj sistemi ile olan ilişkisi analiz edilmektedir. Söz konusu analiz için nitel araştırmalarda veri toplama yöntemi olarak sıklıkla başvurulan doküman ve literatür incelemesi tekniklerinden yararlanılmaktadır. Bu bağlamda çalışmada ilk olarak popülizmin kavramsal çerçevesine ve dünyadaki tarihsel öncüllerine yer verilmektedir. Ardından "bir seçkin ideolojisi olarak halkçılık" ve "DP'nin siyasal popülizmi" arasındaki fark ortaya koyularak, Türkiye'de popülizmin izi sürülmektedir. Son olarak DP döneminde uygulanan mülki idare düzenlemeleri sıralanmakta ve bunlar ile DP'nin patronaj sistemine dayanan popülizmi arasındaki ilişki tartışılmaktadır.
Çalışma, kırsal mahallelerin ve kırsal yerleşik alanların tespit sürecini ele almakta ve bu süreçte ilgili yönetmelikte belirlenen koşulların ne ölçüde sağlandığını ortaya koymayı amaçlamaktadır. Bu bağlamda çalışmanın örneklemini,... more
Çalışma, kırsal mahallelerin ve kırsal yerleşik alanların tespit sürecini ele almakta ve bu süreçte ilgili yönetmelikte belirlenen koşulların ne ölçüde sağlandığını ortaya koymayı amaçlamaktadır. Bu bağlamda çalışmanın örneklemini, Trabzon ilinde 6360 sayılı Kanun kapsamında mahalleye dönüşen 57 belde ve 478 köy ile sonradan kurulan 11 yeni mahalle oluşturmaktadır. Örnek olay ve doküman analizi yöntemlerinin birlikte uygulandığı bu çalışma sonucunda toplam 430 kırsal mahalle ve 76 kırsal yerleşik alan olarak tespit edildiğine ulaşılmıştır. Bu kapsamdaki 40 mahallenin ise merkez mahalle statüsünü korumasına karar verilmiştir. Bu süreçte ulaşılan en dikkat çekici bulgular; ilçe belediye başkan ve meclislerinin bazılarının yönetmeliğin amaç ve içeriğinden habersiz olması, bununla bağlantılı olarak ilçe belediyelerince alınan ilk kararlardan bazılarının yönetmeliğe aykırılık teşkil etmesi ve sürecin yönetmeliğe uygun hâle getirilmesinde Trabzon Büyükşehir Belediye Meclisi İmar ve Bayındırlık Komisyonunun önemli bir çaba göstermesidir.
Cumhuriyet Dönemi’ndeki mülki idare taksimatı konusunda yapılan araştırmalarda genellikle zaman içinde il sayısının artmasına, yani belirli kriterler gözetilerek bazı ilçelerin il statüsüne getirilmesine odaklanılmaktadır. Emsallerinden... more
Cumhuriyet Dönemi’ndeki mülki idare taksimatı konusunda yapılan araştırmalarda genellikle zaman içinde il sayısının artmasına, yani belirli kriterler gözetilerek bazı ilçelerin il statüsüne getirilmesine odaklanılmaktadır. Emsallerinden farklı olarak bu araştırmada Cumhuriyet Dönemi’nde ilçeye dönüştürülen ve sonrasında tekrar il statüsüne getirilmeyen kentler (Beyoğlu, Üsküdar, Çatalca, Ergani, Gelibolu, Genç, Kozan, Siverek, Doğubayazıt, Silifke, Şebinkarahisar) konu edilmektedir. Araştırmanın amacı, söz konusu on bir kentin ilden ilçeye dönüştürülme süreçlerinde sunulan gerekçeler ile mevzuatta yer alan il olma koşullarının ne ölçüde bağdaştığının tespit edilmesidir. Bu çerçevede ilk olarak, Osmanlı İmparatorluğu’ndan kalan mülki idare mirasına, ardından cumhuriyet dönemindeki mülki idare taksimatının serüvenine yer verilmiştir. Son olarak ise arşiv vesikaları, resmî gazete, kurum raporları ve bilimsel araştırmalardan yararlanılarak araştırmanın bulguları ortaya koyulmuştur. Ulaşılan bulgular, Cumhuriyet Dönemi’nde yeniden il statüsüne getirilmeyen on bir ilin ilçeye dönüştürülmesinde mevzuatta yer alan iki temel koşulun (coğrafya durumu ve ekonomik koşullar) belirleyici olduğunu; ancak bunun yanında nüfus, yüzölçümü, bayındırlık, özel idarenin yetersizliği ve askerî örgütlenme gibi kriterlerin de mülki idare taksimatında önemli oranda rol oynadığını göstermektedir.
Referendum texts provide important data on the constitutional and political culture of countries. In general, the texts used in constitutional amendment referendums can provide information on whether the priority of the country in... more
Referendum texts provide important data on the constitutional and political culture of countries. In general, the texts used in constitutional amendment referendums can provide information on whether the priority of the country in question is, as expected, "human rights" or "public administration." This study attempts to find an answer to the question of which of the two issues is the focus of referendums in Turkey's political history. In this qualitative study, in which the methods of document analysis, content analysis, and data coding are used together, the material consists of the wordings in the five constitutional amendment laws submitted to the referendum. The results show that although human rights and the limitation of power form the basis of the constitutional philosophy, issues of public administration related to the organization and activities of the state play a greater role in the referendum texts in Turkey.
Linguistik bağlamda modernizm sonrasına karşılık gelen postmodernizm kavramı her ne kadar ilk olarak sanat ve mimari alanında ortaya çıksa da kısa bir süre sonra sosyal dinamikleri ve kamusal/özel kurumları büyük ölçüde etkilemiştir. Bu... more
Linguistik bağlamda modernizm sonrasına karşılık gelen postmodernizm kavramı her ne kadar ilk olarak sanat ve mimari alanında ortaya çıksa da kısa bir süre sonra sosyal dinamikleri ve kamusal/özel kurumları büyük ölçüde etkilemiştir. Bu açıdan dünya nezdinde büyük yankı uyandıran postmodern yönetim anlayışının, devletlerin bekası için büyük önem teşkil eden istihbarat çalışmalarını da etkilemiş olması şaşırtıcı değildir. Soğuk Savaş döneminin sonlarında standart bir istihbarat servisinin genel çalışma düzenini ortaya koyan istihbarat çarkı, bu bağlamda postmodern yönetim akımından etkilenen öznelerden biridir. Bu bağlamda postmodern yönetim paradigmasının istihbarat çarkını meydana getiren aşamaları hangi ölçüde (aktör, etkileşim, faaliyetlerin niceliği…) etkilediği temel araştırma sorusunu teşkil etmektedir. İstihbarat çarkı ortaya çıktığı dönemde istihbarat toplama sürecinin genel ve şematik bir izdüşümü olarak kabul görmüştür. Modernist bakış açısının en iyi tek yol (one best way) görüşünün izlerini bünyesinde taşıyan ve uzun süre boyunca kabul gören klasik istihbarat çarkı, birçok araştırmacıya göre güncelliğini yitirmiştir. Klasik istihbarat çarkının tek yönlü ve kalıplaşmış aşamaları günümüzde ihtiyaç duyulan hızlı ve esnek varyasyonlardan uzaktır. Klasik istihbarat çarkının sorgulanmaya başlandığı güncel durumda ortaya çıkan yeni model önerileri, çoğunlukla postmodern yönetim felsefesinin izlerini bünyesinde barındırmaktadır. Tek yönlü bir ilişkiden azade, esnek, her aşamaya her an müdahalenin olabileceği, değişken çevre koşullarına uyum sağlayabilen, katı bir hiyerarşinin olmadığı yeni istihbarat çarkı modelleri modernist yönetim yaklaşımından bir kopuşu temsil etmektedir. Nitekim çalışmanın argümanı klasik istihbarat çarkının modern yönetim anlayışı doğrultusunda kavramsallaştığı, çağdaş istihbarat çarkının ise postmodern yönetim paradigması savunuları doğrultusunda şekillendiğidir. Bu bağlamda çalışmanın amacı çağdaş istihbarat çarkı varyasyonlarının postmodern yönetim paradigması ile olan ilişkiselliğini gözler önüne sermektir.
Bu çalışma, kamu yönetimi alanında yeni bir paradigma iddiasıyla ortaya çıkan ve rekabet yerine birlikte üretim gibi iş birliğine dayalı değerleri ön plana çıkaran Yeni Kamu Yönetişimi (YKY) modelini konu edinmektedir. 21. yüzyılın... more
Bu çalışma, kamu yönetimi alanında yeni bir paradigma iddiasıyla ortaya çıkan ve rekabet yerine birlikte üretim gibi iş birliğine dayalı değerleri ön plana çıkaran Yeni Kamu Yönetişimi (YKY) modelini konu edinmektedir. 21. yüzyılın karmaşık ve habis sorunları karşısında kamu yönetimlerinin daha duyarlı hâle getirilmeleri amacına odaklanılan YKY modeli, öne sürdüğü teorik ilke ve iddialar açısından önceki paradigmalardan belirgin bir şekilde ayrılmaktadır. Ancak paradigma değişimi iddiasının teorinin yanı sıra uygulamaya ilişkin boyutları da bulunmaktadır. Buradan hareketle, çalışmada YKY uygulamaları Amerika Birleşik Devletleri (ABD)'ndeki veriler üzerinden araştırılmakta, uygulamalara ilişkin veriler ile teorik fikir ve beklentiler arasındaki ilişki değerlendirilmekte ve bunun için de sistematik literatür incelemesi yönteminden yararlanılmaktadır. Ulaşılan bulgular, paradigma iddiasının uygulama boyutunun teorik boyut kadar güçlü olmadığını ve özellikle habis sorunlarla mücadele bağlamındaki bazı beklentilerin uygulamalarda yeterince yer bulmadığını ortaya koymaktadır.
Sanayileşme, kentleşme, nüfus ve tüketim artışı gibi faktörlerin etkisiyle dünyadaki atık miktarında dikkat çekici bir artış yaşanmıştır. Çevre sağlığı ve sürdürülebilirlik açısından tehlike oluşturan bu artış, insan sağlığı riske... more
Sanayileşme, kentleşme, nüfus ve tüketim artışı gibi faktörlerin etkisiyle dünyadaki atık miktarında dikkat çekici bir artış yaşanmıştır. Çevre sağlığı ve sürdürülebilirlik açısından tehlike oluşturan bu artış, insan sağlığı riske edilmeden atıkların bertaraf edilmesine yönelik atık yönetim stratejilerinin inşa edilmesine zemin hazırlamıştır. Bu stratejilerden biri olan sıfır atık yaklaşımı (SAY); atık miktarının azaltılması amacıyla atığın kaynağında engellenmesi, yeniden kullanılması, geri dönüştürülmesi ve kazanılması süreçlerini temel uygulamalar olarak ön plana çıkarmaktadır. Bu çalışmada, SAY'ın ortaya çıkışında toplam kalite yönetimi (TKY) modelinin de önemli etkilerinin bulunduğu öne sürülmektedir. Buradan hareketle çalışmanın amacı, TKY ile SAY arasındaki bağlantıların ortaya konulması, diğer bir deyişle, bir atık yönetimi stratejisi olarak ortaya çıkan SAY'ın teorik temellerindeki TKY etkisinin açıklanmasıdır. İki yaklaşım arasındaki karşılıklı bağlantılar, TKY'nin "sıfır hata" ve "yalın yönetim" ilkeleri üzerinden incelenmiştir.
Birbiriyle yakın anlamlı olmakla birlikte aralarında birtakım küçük farklar bulunan kavramların aynı sözcükle ifade edilmeleri terminolojik açıdan önemli sorunlara yol açabilmektedir. Türkçe kamu yönetimi terminolojisinde bunun en... more
Birbiriyle yakın anlamlı olmakla birlikte aralarında birtakım küçük farklar bulunan kavramların aynı sözcükle ifade edilmeleri terminolojik açıdan önemli sorunlara yol açabilmektedir. Türkçe kamu yönetimi terminolojisinde bunun en belirgin örneklerinden birini "yönetim" sözcüğünün kullanımı oluşturmaktadır. Bu sözcük, hem bürokrasi yönelimli "administration", hem de işletmecilik ve özel sektör yönelimli "management" anlamında kullanılmaktadır. Oysa etimolojik ve semantik açılardan incelendiğinde bu iki terimin genellikle eş anlamlı kabul edilmelerine rağmen, bazı yönleriyle ayrıştıkları gözlemlenmektedir. Dolayısıyla bu terimlerin her koşulda aynı sözcükle karşılanması, akademik ve bürokratik yazında sorunlara yol açma potansiyeli taşımaktadır. Buradan hareketle, çalışmada söz konusu durumun yol açtığı kavram karışıklıklarına odaklanılmakta ve bunların çözümü için bürokrasi yönelimli anlama karşılık gelen "idare" teriminin kullanılması suretiyle idare / yönetim ayrımının içselleştirilmesi önerilmektedir.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin (TBMM) açılışından dokuz gün sonra 2 Mayıs 1920 tarihinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti İçişleri Bakanlığı, 2 Mayıs 2020 tarihi itibariyle yüzüncü yılını geride bırakmıştır. Bu bakanlık, yetki ve sorumluluk... more
Türkiye Büyük Millet Meclisinin (TBMM) açılışından dokuz gün sonra 2 Mayıs 1920 tarihinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti İçişleri Bakanlığı, 2 Mayıs 2020 tarihi itibariyle yüzüncü yılını geride bırakmıştır. Bu bakanlık, yetki ve sorumluluk alanlarının önemi ve genişliği bağlamında yürütme organı içinde yer alan en kilit örgütlenmelerden biridir. İçişleri bakanı ise söz konusu örgütlenmenin hiyerarşik açıdan en üst konumdaki yetkilisidir. Literatürde milletvekilleri ve mahallî idare temsilcilerinin profiline ilişkin birçok araştırma bulunmasına rağmen içişleri bakanlarının profiline ilişkin herhangi bir araştırmaya rastlanmamaktadır. Bu eksiklikten hareketle, çalışmanın amacı, yüz yıllık süreçte, içişleri bakanlığı görevini üstlenen bakanların yaş, cinsiyet, eğitim durumu, meslek, doğum yeri, görev süresi, diğer bakanlıklardaki bakanlık deneyimi ve atanma şekillerine ilişkin verilerin toplanarak yorumlanması ve buradan hareketle içişleri bakanı profiline ilişkin değerlendirmelerde bulunulmasıdır. Ulaşılan bulgular, genel olarak içişleri bakanı profilinde gerontokratik, eril ve bürokratik unsurların ön planda olduğunu göstermektedir.
Uluslararası arenada, devletlerin modern diplomasiye geçişi 15. yüzyılla başlamış ve müteakip yüzyıllarda hızla sürmüştür. Osmanlı Devleti'nde ise aynı serüven üç yüz yıl kadar geç yaşanmıştır. Bu çalışmada devletin geleneksel... more
Uluslararası arenada, devletlerin modern diplomasiye geçişi 15. yüzyılla başlamış ve müteakip yüzyıllarda hızla sürmüştür. Osmanlı Devleti'nde ise aynı serüven üç yüz yıl kadar geç yaşanmıştır. Bu çalışmada devletin geleneksel diplomasiden modern diplomasiye geçişi, kamu yönetimi literatürünün temel kavramlarından biri olan idari reform bağlamında incelenmektedir. Bu çerçevede ilk olarak idari reformun tanımına, özelliklerine ve hangi faaliyetlerin bu kapsamda değerlendirilebileceğine ilişkin açıklamalara yer verilmiştir. İkinci olarak, Osmanlı Devleti'nde reform faaliyetlerinin gecikmesinde etkili olan faktörlere ve reform ihtiyacını ortaya çıkaran gelişmelere değinilmiştir. Son olarak ise Osmanlı diplomasi geleneğinin dönüşümü ve bunun bürokrasi mekanizmalarına yansımaları ortaya koyulmuştur.
Vatandaş katılımı, hem demokrasinin hem de siyaset biliminin önde gelen değerlerinden biridir. Etkisini ilk olarak siyaset biliminde hissettiren katılım tartışmaları, temsilî demokrasinin yol açtığı meşruiyet sorunlarından kaynağını... more
Vatandaş katılımı, hem demokrasinin hem de siyaset biliminin önde gelen değerlerinden biridir. Etkisini ilk olarak siyaset biliminde hissettiren katılım tartışmaları, temsilî demokrasinin yol açtığı meşruiyet sorunlarından kaynağını almaktadır. Çok geçmeden kamu yönetimi alanına da sirayet eden bu tartışmalardaki temel unsur, kamu politikalarına ilişkin karar alma süreçlerine vatandaşların aktif katılımıdır. Ancak 21. yüzyılın kamu yönetimi anlayışında vatandaş rolünün, bundan daha fazlası olduğu kabul edilmektedir. Bu çalışmada, vatandaşın dönüşen rolünün, katılım bağlamında ele alınması amaçlanmaktadır. Bunun için ilk olarak vatandaşlık, katılım, katılımcı demokrasi ve katılımcı kamu yönetimi kavramlarına yer verilmekte, ardından iki temel kamu yönetimi modelindeki (Geleneksel Kamu Yönetimi ve Yeni Kamu İşletmeciliği) vatandaş rolleri incelenmektedir. Üçüncü olarak, yeni dönemdeki (Post-Yeni Kamu İşletmeciliği) ortak üretici vatandaş rolüne değinilmekte ve kamu yönetiminde yaşanan dönüşüm, söz konusu üç modeldeki argümanlar üzerinden değerlendirilmektedir. Son olarak ise birlikte üretim uygulama örnekleri ve vatandaşların bu kapsamda üstlendikleri somut roller sıralanmaktadır. Bu açıdan ortaya çıkan en belirgin sonuç, artık vatandaşlardan yalnızca karar alma süreçlerine katılımlarının değil, aynı zamanda kamu hizmetinin üretimi ve sunumuna da katılmalarının beklenmesidir.
Seçim sistemleri, kullanılan oyların parlamentolarda sandalyeye dönüştürülmesinde kilit rol oynamaktadır. Buradan hareketle, seçim sisteminde yaşanan bir değişiklik, aynı zamanda parlamento kompozisyonuna da etki edecektir. Bu çalışmanın... more
Seçim sistemleri, kullanılan oyların parlamentolarda sandalyeye dönüştürülmesinde kilit rol oynamaktadır. Buradan hareketle, seçim sisteminde yaşanan bir değişiklik, aynı zamanda parlamento kompozisyonuna da etki edecektir. Bu çalışmanın amacı, Türkiye’de 24 Haziran 2018 Milletvekili Genel Seçiminde ilk kez uygulanan “Seçim İttifakı Sistemi”nin parlamentodaki sandalye dağılımına etkisini ortaya koymaktır. Söz konusu etki, 2018’de seçim çevrelerinde kullanılan oyların 7102 Sayılı Kanun öncesindeki seçim sistemiyle (ülke barajlı / ittifaksız d’Hondt) sandalyeye dönüştürülmesi ve elde edilen verilerin mevcut kompozisyonla karşılaştırılması suretiyle ölçülmüştür.

The electoral systems play a key role in transforming the votes into parliamentary seats. Therefore, a change in the electoral system will also affect the parliamentary composition. The aim of this study is to document the effect of “Electoral Alliance System”, which was first used in 24th June 2018 General Parliamentary Election in Turkey, on the seat share of the parties in the parliament. The impact is measured by converting the votes used in the electoral districts into the electoral system prior to Law No. 7102 in 2018 (countrywide threshold / non-allied d’Hondt) and comparing the data obtained with the current composition.
Kamu yönetimi reformu konusundaki “Yeni Kamu İşletmeciliği” (YKİ) odaklı neoliberal varsayımlar, 21. yüzyılın başlangıcı ile birlikte tartışmalı hale gelmiştir. Bu durum kamu yönetimi alanında güncel problem ve karmaşıklıkların üstesinden... more
Kamu yönetimi reformu konusundaki “Yeni Kamu İşletmeciliği” (YKİ) odaklı neoliberal varsayımlar, 21. yüzyılın başlangıcı ile birlikte tartışmalı hale gelmiştir. Bu durum kamu yönetimi alanında güncel problem ve karmaşıklıkların üstesinden gelebilecek yeni bir vizyon ihtiyacını gündeme getirmiştir. Söz konusu ihtiyaç, kamu yönetimi literatüründe birlikte üretim, katılım, çoğulcu devlet, karşılıklı bağımlılık, örgütlerarası ağlar, işbirliği ve ortaklıklar gibi değerleri ön plana çıkaran Yeni Kamu Yönetişimi (YKY) adlı bir paradigmanın doğuşuna zemin hazırlamıştır. Artık birçok devlet, kamu hizmeti sürecinde karmaşık ve çok yönlü yapısal reformlara başvurmakta ve bu açıdan YKY’nin temel değerlerini referans almaktadır. Bu çalışmada, Türkiye’deki kalkınma hedef ve stratejilerinin, YKY ve onun temel değerleriyle uyumlu olup olmadığının tespiti amaçlanmaktadır. Bu çerçevede 2019-2023 dönemini kapsayan XI. Kalkınma Planı metni, doküman analizi yöntemiyle incelenmiş ve ardından Türkiye’nin beş yıllık kalkınma hedef ve stratejileri ile YKY’nin temel değerleri arasındaki ilişkiye yönelik değerlendirmelerde bulunulmuştur.

With the beginning of the 21st century, neoliberal assumptions on public administration reform with a focus on “New Public Management” (NPM) have become controversial. This brought up the need for a new vision to overcome the current problems and complexities in the field of public administration. It has paved the way for the emergence of a paradigm called “New Public Governance” (NPG), which emphasizes values such as co-production, participation, pluralist state, interdependence, inter-organizational networks, collaboration and partnerships in the public administration literature. Many states now resort to complex and multifaceted structural reforms in the civil service process and in this context refer to the core values of the NPG. In this study, it is aimed to determine whether the development goals and strategies in Turkey correspond with the NPG and its core values. In this context, the text of the XIth Development Plan covering the period of 2019-2023 was examined by the document analysis method, and then the evaluations were made about the relationship between Turkey’s five-year development goals and strategies and the core values of the NPG.
In the 1980s and 1990s, the New Public Management (NPM) paradigm dominated the field of public administration. However, this paradigm, which integrates the principles of the private sector and business administration into the field of... more
In the 1980s and 1990s, the New Public Management (NPM) paradigm dominated the field of public administration. However, this paradigm, which integrates the principles of the private sector and business administration into the field of public administration, began to be criticised in the new millennium after a quarter century of domination. The criticisms soon turned into comprehensive challenges which emerged as the post-NPM trends. The aim of this paper is to explain what makes NPM obsolete within the framework of these criticisms. Five post-NPM trends and their starting points are examined: new public service (NPS), public value management (PVM), digital era governance (DEG), neo-Weberian state (NWS) and new public governance (NPG). The main method for the theoretical basis of the paper was to screen and evaluate  secondary sources. As a result, the waves of criticism on NPM are seen to be transformed into pursuits for an alternative paradigm in the new millennium. These pursuits, common in many aspects and differing only in terms of their basic emphasis, are called post-NPM trends. They are based on the assumption that NPM is obsolete.
Municipal councilors play a key role both in terms of being the closest representatives to the people within the framework of local democracy and conveying their demands and complaints to the political system. Their position is effective... more
Municipal councilors play a key role both in terms of being the closest representatives to the people within the framework of local democracy and conveying their demands and complaints to the political system. Their position is effective in finding many studies on the profile of municipal councilors in the literature but these studies generally focus on the councilors in metropolitan or central sub-province municipalities. However, local democracy emphasizes the effectiveness of the units closest to the public (sub-province or town municipal councils). Therefore, the aim of the research, unlike other studies in the literature, is to reveal the profile of sub-provincial municipal councilors in metropolitan city and to compare it with the profiles of the councilor who are in the national council and the metropolitan municipality council in terms of representation. In this context, councilors of eighteen metropolitan sub-provincial municipal councils in the province of Trabzon were interviewed (272 people) and in the light of the distribution rates or arithmetic averages of the data obtained (gender, age, place of birth, education, occupation, knowledge of foreign language, experience of mukhtar or mayor and number of period of councilor), the councilor profile of the metropolitan sub-provincial municipalities in Trabzon province were determined. The findings suggest that the profile of municipal councilors in the sub-provinces is closer to the people represented, as opposed to national parliamentarians and metropolitan municipal councilors.
Belediye meclis üyeleri, gerek yerel demokrasi çerçevesinde halka en yakın temsilciler olmaları, gerekse halkın yerel ölçekteki talep ve şikâyetlerini siyasal sisteme iletmeleri açısından kilit rol oynamaktadırlar. Literatürde belediye meclis üyelerinin profilini konu edinen birçok çalışmanın bulunmasında söz konusu konumları etkili olmaktadır, ancak bu çalışmalarda genellikle büyükşehir veya merkez ilçe belediyelerindeki meclis üyelerine odaklanıldığı görülmektedir. Oysa yerel demokrasi, halka en yakın olan birimlerin (ilçe veya belde belediye meclisleri) etkinliğine vurgu yapmaktadır. Buradan hareketle, araştırmanın amacı, literatürdeki diğer çalışmaların aksine, büyükşehirdeki ilçe belediye meclis üyelerinin profilini ortaya çıkarmak ve söz konusu profili temsil açısından ulusal meclis ve büyükşehir belediye meclisindeki üye profilleriyle karşılaştırmaktır. Bu bağlamda, Trabzon ilinde yer alan on sekiz büyükşehir ilçe belediye meclisinin üyeleriyle görüşülmüş (272 kişi) ve elde edilen verilerin (cinsiyet, yaş, doğum yeri, eğitim durumu, meslek, yabancı dil bilme durumu, muhtarlık veya belediye başkanlığı deneyimine sahip olma durumu ve meclis üyeliği dönem sayısı) dağılım oranları veya aritmetik ortalamaları ışığında genelde Trabzon ilinin, özelde ise söz konusu büyükşehir ilçe belediyelerinin meclis üyesi profili ortaya çıkarılmıştır. Ulaşılan bulgular, ilçelerdeki belediye meclis üyelerinin ulusal parlamenterlere ve büyükşehir belediye meclis üyelerine nazaran temsil edilen kesime daha yakın gözüktüğünü gözler önüne sermektedir.
Abstract The quest for a long-standing government system in Turkish political life has become more tangible with the Constitutional Amendment Proposal of December 10, 2016. The proposal has been offered with the so-called "Turkish... more
Abstract The quest for a long-standing government system in Turkish political life has become more tangible with the Constitutional Amendment Proposal of December 10, 2016. The proposal has been offered with the so-called "Turkish Presidential System", which has many similarities with presidential systems and accepted with the referendum of April 16, 2017. The arrangements in the model are being discussed intensively in the public. One of the most prominent issues in these discussions is the provision of Article 104 of the Constitution, which is included in the authority and duties of the President of the Republic "The President can issue a presidential decree in matters related to executive power". The aim of this study is to examine this provision, which is debated with the arguments such as ruling the state with decrees and neutralizing the parliament, in comparison to U.S.A practices. In this context, it is explained how the presidential orders, which are referred to as "executive order" in the US, are systematized within the framework of legislative-executive relations, and later the similar and different aspects of the applied model for Turkey are asserted.
Öz Türk siyasal hayatında öteden beri var olan hükümet sistemi arayışı, 10 Aralık 2016 tarihli Anayasa Değişikliği Teklifi ile daha somut bir nitelik kazanmıştır. Söz konusu teklifle " Cumhurbaşkanlığı Sistemi " adıyla birçok yönden başkanlık sistemine benzeyen bir model önerilmiş ve 16 Nisan 2017 tarihli halkoylamasıyla kabul edilmiştir. Modelde yer alan düzenlemeler kamuoyunda yoğun bir şekilde tartışılmıştır. Bu tartışmalarda öne çıkan konulardan biri Anayasanın 104. maddesine eklenen ve Cumhurbaşkanının yetkileri ve görevleri kısmında yer alan " Cumhurbaşkanı, yürütme yetkisine yönelik konularda, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarabilir " hükmüdür. Bu çalışmanın amacı, ülkeyi kararnamelerle yönetmek, meclisi etkisiz kılmak vb. argümanlarla tartışılan bu hükmü ABD'deki uygulamayla karşılaştırmalı bir biçimde incelemektir. Bu bağlamda ABD'de " executive order " adıyla anılan başkanlık kararnamelerinin yasama-yürütme ilişkileri çerçevesinde nasıl sistematize edildiği açıklanmış ve sonrasında Türkiye için uygulanacak modelin ABD'deki ile benzer ve farklı yönleri ortaya konmuştur.
The Law no. 6638 " The Law about Amending Certain Law with Police Mission and Authority Law, Military Police Organization, Duty and Authorisation Law " was accepted on March 27, 2015 and approved by President with publishing on April 4,... more
The Law no. 6638 " The Law about Amending Certain Law with Police Mission and Authority Law, Military Police Organization, Duty and Authorisation Law " was accepted on March 27, 2015 and approved by President with publishing on April 4, 2015 at Official Journal. The Law no. 6638 has come into public agenda as an " Internal Security Package " at Turkish Grand National Assembly. Subjected law which has caused strong difference of opinion in the sight of political parties, lawyers and society, has created a resolution in the form of " provision the public security " and " anxiety of threat the freedom ". The purpose of this study is to express the policy process about this law by means of separate specific phases. In this context, the Law no. 6638 is examined with " process model " which is a kind of public policy analysis method. This study which analysed the law, with phases of arrival, formulation, legalization, implementation and evaluation, includes discussions about subjected phases and presents data to literature and decision makers.
There are many debates on the " Turkish presidential government model (TPGM) " that propose radical changes in the Turkish administration system. Such discussions take its source from the dichotomies of the " unity of power-separation of... more
There are many debates on the " Turkish presidential government model (TPGM) " that propose radical changes in the Turkish administration system. Such discussions take its source from the dichotomies of the " unity of power-separation of powers " and the " presidential system-parliamentary system ". Until the constitutional amendment proposal of December 10, 2016 in Turkey the debate on the government system in Turkey has been publicized by the name of " presidential " or " Turkish type presidential " system, leading to the fact that the TPGM is in the presidential system category in terms of government systems based on separation of powers. However, in the text of the constitution proposal, many article on the relationship between legislative and executive reminiscent the parliamentary system. The aim of the study here is to show in what category the TPGM is related to the legislative-executive relations, from the general literature of constitutional law and politics.
Osmanlı İmparatorluğu toprak kaybı ile sonuçlanan ilk antlaşmayı (Karlofça Antlaşması) 1699 yılında imzalamak zorunda kaldığında, devlet adamları acı bir gerçeği çok daha iyi kavramaya başlamıştı: Devlet elden gidiyordu ve buna mani olmak... more
Osmanlı İmparatorluğu toprak kaybı ile sonuçlanan ilk antlaşmayı (Karlofça Antlaşması) 1699 yılında imzalamak zorunda kaldığında, devlet adamları acı bir gerçeği çok daha iyi kavramaya başlamıştı: Devlet elden gidiyordu ve buna mani olmak için acilen bir şeyler yapmak gerekliydi. Tanzimat'tan Islahat'a, Meşrutiyet'ten Cumhuriyet'e oradan diğer irili ufaklı tüm reformlara kadar tevessül edilen bu " bir şeyler " , Osmanlı İmparatorluğundan Türkiye Cumhuriyetine değin süreklilik gösteren bir olgu olarak, " Türk modernleşmesi " şeklinde adlandırılmaktadır. Bu çalışmada, Türk modernleşmesinin aşamaları panoramik bir tarzda ele alınmakta ve onun doğası itibariyle hem bir proses (Batılılaşma) hem de bir proje (devleti kurtarma) olduğu sonucuna varılmaktadır.
Başkanlık sistemi tartışmalarının Türkiye gündeminde önemli bir yer tutması, bu tartışmaların tarihsel arka planının zenginliği ile açıklanabilir. Türk siyasal hayatı, yasama ve yürütme ilişkilerinden kaynaklanan kriz dönemlerine tanıklık... more
Başkanlık sistemi tartışmalarının Türkiye gündeminde önemli bir yer tutması, bu tartışmaların tarihsel arka planının zenginliği ile açıklanabilir. Türk siyasal hayatı, yasama ve yürütme ilişkilerinden kaynaklanan kriz dönemlerine tanıklık etmiş ve özellikle 1960 sonrası dönemde farklı gelenek ve ideolojiden gelen birçok siyasetçi bu krizlerin yaşanmamasının önkoşulu olarak başkanlık sistemini önermiştir. Bu çalışmada söz konusu kişilerin demeçleri irdelenmiş, demeçte bulunulan konjonktür hakkında bilgi verilmiş ve bu demeçlerden elde edilen gerekçeler karşılaştırılmıştır. Böylelikle 1960 sonrası Türk siyasi tarihine yön veren aktörlerin başkanlık sistemini gündeme getirme gerekçelerinin paralellik arz edip etmediğine yönelik alan yazınına katkıda bulunulmuştur. Anahtar Kavramlar: Türk Siyasal Hayatı, Yürütme, Başkanlık Sistemi. Abstract The fact that the debates of the presidential system holds an important scope in the Turkey's political agenda can be explained by the abundance of the historical background of these debates. Turkish political scene has experienced the crisis eras with the basis of legislation and executive power and many politicians who have different tradition and ideological baseline, have suggested presidential system for preventing this crisis as a main target after the 1960 era. In this study, subjected persons' statements were examined. Also it was informed about conjuncture of the statement and compared reasons which are obtained from this analysis. In this way, it was contributed to literature whether there is a similarity of these reasons as a topical issue from the discussions of actors who dominates the Turkish political life after 1960 era with the subject of " presidential system " .
6360 Sayılı Kanun, öngördüğü büyükşehir belediye sınırları (bütünşehir) uygulaması nedeniyle, yerel seçim sonuçlarını etkilemek için kurgulandığı tartışmalarına yol açmıştır. Bu tartışmalarda argüman olarak kullanılan karşılaştırmalar,... more
6360 Sayılı Kanun, öngördüğü büyükşehir belediye sınırları (bütünşehir) uygulaması nedeniyle, yerel seçim sonuçlarını etkilemek için kurgulandığı tartışmalarına yol açmıştır. Bu tartışmalarda argüman olarak kullanılan karşılaştırmalar, genellikle, il özel idaresi seçimi oyları ölçüt alınarak yapılmıştır. Bu bağlamda araştırmanın amacı, 2009 ve 2014 yerel seçimlerini " belediye başkanlığı oyları " üzerinden karşılaştırarak bir değerlendirme yapmaktır. " Sandık Sonuçları Paylaşım Sistemi (SEÇSİS) " den alınan veriler ışığında oluşturulan tablolar ile Antalya, Balıkesir, Hatay, Mersin, Mardin ve Ordu Büyükşehir Belediyeleri'nin eski sınırları içinde kalan sandıklardan, 2014 yılında nasıl bir sonuç çıktığı belirlenmiştir. Söz konusu veriler ışığında yeni uygulamanın seçim sonuçlarına etki ettiği, ancak bu etkinin iktidar partisi veya yalnızca bir parti lehinde gelişmediği sonucuna varılmıştır. Anahtar Kelimeler: 6360 sayılı kanun, bütünşehir, büyükşehir belediye başkanlığı.
Büyükşehir sınırlarında yer alan belediye ve köylerin tüzel kişiliklerinin sona erdirilip mahalle statüsüyle ilçe belediyelerine bağlanmaları, 6360 Sayılı Kanun'un en tartışmalı düzenlemelerinden birisidir. Bu ka-nun, iktidar partisi... more
Büyükşehir sınırlarında yer alan belediye ve köylerin tüzel kişiliklerinin sona erdirilip mahalle statüsüyle ilçe belediyelerine bağlanmaları, 6360 Sayılı Kanun'un en tartışmalı düzenlemelerinden birisidir. Bu ka-nun, iktidar partisi tarafından yerel seçimlerden siyasi kazanım elde etme amacıyla kurgulandığı yönünde eleştirilere maruz kalmıştır. Araştırmanın amacı, yeni uygulama ile ilçe belediyesine bağlanan kırsal oyların ilçe belediye başkanlığı seçimlerini ne yönde etkilediğine yönelik değerlendirmelerde bulunmaktır. Bu bağlamda " Sandık Sonuçları Paylaşım Sisteminden (SEÇSİS) " alınan 2014 yerel seçimlerine ilişkin veriler aracılığıyla, Trabzon ilinde bulunan 18 ilçede, eski uygulama sınırlarındaki oy oranları tespit edilmiş ve bu oranlar mevcut seçim sonuçlarıyla karşılaştırılmıştır. Yeni uygulamanın Trabzon ilçelerinde birkaç istisna dışında seçimin sonucunu etkilemediği ancak ilk kez ilçe belediyesi için oy kullanan kırsal seçmen saye-sinde iktidar partisinin oylarını arttırdığı sonuçlarına ulaşılmıştır.
Yirminci yüzyılın ikinci yarısı, gerek modernizmin sorgulanması gerekse “post” sıfatıyla türetilen birçok eleştirel teorinin ortaya çıkması bakımından siyasal ve toplumsal alanda birçok dönüşüme tanıklık etmiştir. Modernizmin... more
Yirminci yüzyılın ikinci yarısı, gerek modernizmin sorgulanması gerekse “post” sıfatıyla türetilen birçok eleştirel teorinin ortaya çıkması bakımından siyasal ve toplumsal alanda birçok dönüşüme tanıklık etmiştir. Modernizmin merkeziyetçi, tek-tipçi, farklılıklara tahammülü olmayan, katı kuralları birçok bakımdan esnetilmiştir. Siyasal alanda ideolojilerin toplumsal alanda sınıf olgusunun örgütlenme üzerindeki tahakkümü zayıflatılmıştır. Bu dönüşümlerin toplumsal hareketlere sirayet etmesi üzerine sosyal bilimlerde “yeni toplumsal hareketler” adıyla kavramsallaştırılan bir olgu ortaya çıkmıştır. Bu çalışma toplumsal hareket kavramını açıkladıktan sonra atmışlı yıllardan sonraki toplumsal hareketlerin neden “yeni” olarak nitelendirildiğine dair bir değerlendirme yapabilmeyi amaçlamaktadır. İlk olarak “toplumsal hareket” kavramının ne anlama geldiğine; ikinci olarak yeni toplumsal hareketlerin ortaya çıkışının tarihsel çerçevesine; üçüncü olarak bu hareketlerde “yeni” olanın ne olduğuna; ve son olarak bu çerçevede değerlendirilebilecek örnek hareketlere değinilmiştir.
Türkçülük fikrinin Türk siyasal hayatındaki gelişimini konu edinen bu çalışmanın amacı, Türkçü düşüncenin tarihsel arka planı hakkında veri sunmaktır. Bu bağlamda; Avrupa’daki Türkoloji çalışmaları, Fransız İhtilali ve Rusya’dan gelen... more
Türkçülük fikrinin Türk siyasal hayatındaki gelişimini konu edinen bu çalışmanın amacı, Türkçü düşüncenin tarihsel arka planı hakkında veri sunmaktır. Bu bağlamda; Avrupa’daki Türkoloji çalışmaları, Fransız İhtilali ve Rusya’dan gelen göçmen Türk aydınların Türkçü düşüncenin gelişimine etkileri incelenecektir. Son olarak, Osmanlıcılık ve İslamcılık akımlarıyla hedeflenen projelerin gerçekleşmemesi ile Türkçülüğün siyasal platforma taşınması arasındaki ilişkiye değinilecektir.
1929 Ekonomik Buhranı’nın yol açtığı açmazlara bir çözüm olarak geliştirilen “refah devleti” anlayışının 1970’li yıllara gelindiğinde çeşitli nedenlerden (işsizlik, yüksek enflasyon, petrol krizi, ekonomik durgunluk, toplumsal çözülme... more
1929 Ekonomik Buhranı’nın yol açtığı açmazlara bir çözüm olarak geliştirilen “refah devleti” anlayışının 1970’li yıllara gelindiğinde çeşitli nedenlerden (işsizlik, yüksek enflasyon, petrol krizi, ekonomik durgunluk, toplumsal çözülme vb.) dolayı miadını doldurması, Yeni Sağ adı ile anılan bir modelin ortaya çıkmasına sebebiyet vermiştir. Yirminci yüzyılın son çeyreğinde, refah devleti anlayışının sakatlanmasıyla oyuna dahil olan Yeni Sağ, genel olarak neoliberalizm ve neomuhafazakarlığın uyumlu bir sentezidir. Liberalizm ve muhafazakarlık iki ayrı ideoloji, anlayış ve konumlanış olmasına rağmen bu sentezin nasıl uyumlu hale geldiği çalışmanın odak noktasını oluşturmaktadır. Yeni Sağ’ın bileşenlerinin birbirleriyle gerilimli hatta yer yer çelişkili kavramlara önem atfetmesi, Yeni Sağ’ın sağlam temellere oturtulmadığı veya tutarsız fikirler barındırdığı gibi bir anlama gelebilir. Nitekim Yeni Sağ’ı eleştirenler de, özellikle tutarsızlık ve çelişkiler bağlamında eleştirilerini yoğunlaştırmıştır. Liberalizmin öne sürdüğü “liberteryanizm”, “minimal devlet” ve “bireycilik” kavramları ile muhafazakarların önem atfettikleri “otoriteryanizm”, “güçlü devlet” ve “kolektivizm” anlayışlarını bir potada eritebilmenin nasıl mümkün olduğuna yönelik veri sunabilmek çalışmanın amacıdır. Bu çalışmada önce Yeni Sağ’ın ortaya çıkışı refah devletinin bunalımı ve bu bunalım sonucu oluşan Yeni Sağ iktidarlar bağlamında incelenecektir. Ardından bu anlayışın temel bileşenleri olan neoliberalizm ve neomuhafazakarlık kavramları üzerinde durulacaktır. Son olarak da bu iki bileşenin toplum ve devlet açısından dile getirdiği farklı söylemler ışığında karşılaştırmalı analiz yapılacaktır.
Tarih boyunca her devlet, gerek iç işlerinde daha istikrarlı ve güvenli bir sisteme sahip olabilmek, gerekse uluslararası arenada daha saygın bir yer kazanabilmek için yönetiminde planlı ve sistemli güncellemeler yapmıştır. “İdari reform”... more
Tarih boyunca her devlet, gerek iç işlerinde daha istikrarlı ve güvenli bir sisteme sahip olabilmek, gerekse uluslararası arenada daha saygın bir yer kazanabilmek için yönetiminde planlı ve sistemli güncellemeler yapmıştır. “İdari reform” adıyla anılan düzenlemeler sayesinde devletler, daha verimli ve istikrarlı bir yönetim yapısı tesis etmeye gayret göstermiştir. Birçok medeniyetin izlerini bünyesinde barındırıp kendine özgü bir yönetim yapısı kuran Osmanlı İmparatorluğu tarihinde de söz konusu düzenlemelere rastlamak mümkündür. Osmanlı İmparatorluğu döneminde III. Selim ve II. Mahmud’un faaliyetleri, Tanzimat ve Islahat Fermanları ile Meşrutiyet dönemleri; birçok alanda reformu konu almış olan hareketlerdir. Söz konusu reform hareketlerinin siyasi, ekonomik, toplumsal boyutları olduğu gibi idari boyutları da vardır. Bu nedenle çalışmanın tarihsel çerçevesini 1789-1922 arası dönem oluşturmaktadır. “Osmanlıların XVIII. yüzyıldan itibaren yapmış oldukları idari yenilikler hangi ölçüde idari reform kapsamında değerlendirilebilmektedir?” sorusuna cevap bulabilmek, çalışmanın odak noktasını oluşturmaktadır. Yönetimin eksik, aksak ve bozulan yönlerine çağın şartları ışığında planlı ve sistemli onarımlar yapmayı ifade eden idari reform kavramı ile Osmanlı’nın XVIII. ve XIX. yüzyıllardaki idari düzenlemeleri arasındaki ilişkiyi açıklamak çalışmanın amacıdır. Çalışmada idari reform kavramı ve nitelikleri öncelikli olarak incelenecektir. Ardından Osmanlı’nın idari reform vizyonu; reform ihtiyacının nedenleri, reform için kimin örnek alındığı ve reformun paradigması bağlamında sunulacaktır. Son olarak ise Osmanlı’nın son dönemindeki idari reform hareketleri, merkezi ve yerel yönetimlerde reform uygulamaları kapsamında analiz edilecektir.
1929 Dünya Ekonomik Bunalımı ve sonrasındaki gelişmeler Batılı ülkelerin ekonomik hayatında klasik liberalizmi dönüştürerek, ekonomiye devletin müdahalesi öngören “refah devleti” (sosyal devlet) anlayışını ortaya çıkarmış ve uzun yıllar... more
1929 Dünya Ekonomik Bunalımı ve sonrasındaki gelişmeler Batılı ülkelerin ekonomik hayatında klasik liberalizmi dönüştürerek, ekonomiye devletin müdahalesi öngören “refah devleti” (sosyal devlet) anlayışını ortaya çıkarmış ve uzun yıllar Batılı ülkelerin sosyal, siyasal ve ekonomik hayatı bu anlayış çerçevesinde şekillenmiştir. 1970’li yıllarda yaşanan ekonomik krizle birlikte neo-liberalizm adıyla esasta klasik liberalizme dönüş yaşanmakla birlikte, bu dönemdeki liberal düşünce, klasik liberalizmden farklı olarak muhafazakâr değerlerin de eklemlenmesiyle “Yeni Sağ” ya da liberal-muhafazakârlık adıyla yeni bir biçim almıştır. Bu çerçevede her alana müdahale eden, merkeziyetçi, katı hiyerarşik, kurallara sıkı sıkıya bağlı olan devlet anlayışından esnek örgüt yapılı, âdem-i merkeziyetçi, yumuşak hiyerarşili, minimal devlet anlayışına geçiş yaşanmıştır. Liberalizmin “piyasa ekonomisi” ve “sınırlı devlet” ilkeleri ile muhafazakârlığın toplumsal değerlere vurgu yapan anlayışının bir sentezi olan “Yeni Sağ” anlayış, ABD ve İngiltere’de uygulama alanı bularak, bu yeni kamu yönetimi anlayışı Reaganizm, Thatcherizm gibi adlarla da anılmaya başlanmıştır. Turgut Özal tarafından hazırlanan “24 Ocak 1980 Kararları”yla liberal ekonomiye geçiş yapan Türkiye’de, 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi ve sonrasındaki askeri rejim döneminin ardından, sivil yönetime geçişle birlikte 1983’te iktidara gelen Anavatan Partisi Özal’ın liderliğinde birçok alanda önemli bir dönüşüm sürecinin başlatıcısı olmuştur. Bu çerçevede, Özal, Batılı ülkelerdeki gelişmelere kayıtsız kalmayarak tamamen liberalizmi benimseyen bir tutum sergilemese de, “Yeni Sağ” politikaların “Özalizm” adıyla Türkiye’deki uygulayıcısı olmuştur. Liberal-muhafazakârlığı doktrinel bir paradigma oluşturmasa da, Özal, liberal siyaset ve ekonomi anlayışını muhafazakâr değerlerle sentezleyerek Türkiye’de devlet ve toplum yaşamında liberal- muhafazakâr bir anlayışı hayata geçirmiştir. Bu çerçevede, Özal hükümetleri döneminde iktisadi liberalizme yönelik politikalara ağırlık verilmiş olmakla birlikte, siyasal liberalizm alanında da başarılı uygulamalara imza atılmıştır. Ancak yine de Özal hükümetleri döneminde liberalizmin siyasi yönü yarım kalmıştır. Son tahlilde, “Yeni Sağ” anlayışı çerçevesinde Özal’ın uygulamaları sonucu Türkiye’de sosyal, siyasal ve ekonomik hayatın tüm alanlarında baskın devlet müdahalesi etkisini yitirerek daha çok düzenleyici, denetleyici ve yön verici olmaya yönelik bir sürece girilmiş, devlet-vatandaş-sivil toplum ekseninde önemli gelişmeler yaşanmış, kamu yönetimi ve politikaları yeni bir biçim kazanmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde yeni kurulan il ve ilçelerin kayda değer bir oranı, Türk siyasi cepheleşmesinde “İkinci Grup” olarak adlandırılan sağ iktidarlar döneminde mülki idare sistemine eklenmiştir. Söz konusu dönemlerde Birinci... more
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde yeni kurulan il ve ilçelerin kayda değer bir oranı, Türk siyasi cepheleşmesinde “İkinci Grup” olarak adlandırılan sağ iktidarlar döneminde mülki idare sistemine eklenmiştir. Söz konusu dönemlerde Birinci Grup’un seçkin merkezli siyasetine karşı sağ iktidarlar, halk odaklı politikalara yönelirken sıklıkla popülizme ve patronaja başvurmuştur. Bu bağlamda cumhuriyet tarihinde yeni kurulan mülki idare birimlerinin sayı ve yıllık ortalama açısından en yüksek olduğu dönemlerin sırasıyla Anavatan Partisi (ANAP) ve Demokrat Parti’nin (DP) tek başına iktidar oldukları yıllara tekabül etmesi tesadüf değildir. Nitekim gerek DP (1950-1960) gerekse ANAP (1983-1991) dönemlerindeki mülki idare düzenlemelerinin incelendiği çalışmalarda il ve ilçe kurma politikalarının popülist siyasetten izler barındırdığı tespit edilmiştir.
İkinci Grup’un günümüzdeki temsilcisi olması ve yaklaşık yirmi iki yıldır beş aylık istisnai bir dönem haricinde tek başına iktidarda bulunması Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) dönemindeki mülki idare düzenlemelerini araştırılmaya değer kılmaktadır. Çünkü gerek bulundukları siyasi cepheleri gerekse çok partili siyasal hayatta iktidara tek başına gelebilmeleri açısından DP, ANAP ve AK Parti oldukça benzeşmektedir. Buradan hareketle çalışmanın amacı, AK Parti dönemindeki mülki idare düzenlemelerini DP ve ANAP dönemlerindeki popülist politikalarla karşılaştırmalı bir biçimde incelemek ve bunların arasındaki benzerlik veya farklılıkları ortaya koymaktır.
Çalışmanın yöntemi doküman incelemesidir. Bu çerçevede AK Parti döneminde mülki idare birimlerinin kurulmasına aracılık eden hukuki düzenlemeler (5747, 6360, 6447 ve 7148 Sayılı Kanunlar ile 694 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname) incelenmiştir. Ayrıca bu dönemde kurulan mülki idare birimlerine ilişkin güncel demografik ve sosyoekonomik göstergelerden faydalanılmıştır. Demografik göstergelere Türkiye İstatistik Kurumunun (TÜİK) “Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi Sonuçları 2023” başlıklı veri tabanı; sosyoekonomik göstergelere ise T.C. Sanayi ve Teknoloji Bakanlığının 2022 yılında yayımladığı “İlçelerin Sosyoekonomik Gelişmişlik Sıralaması Araştırması” başlıklı raporu aracılığıyla ulaşılmıştır. Söz konusu incelemelerin ardından elde edilen veriler, DP ve ANAP dönemlerindeki mülki idare düzenlemelerinin popülist olarak tanımlanmasına yol açan etkenler bağlamında değerlendirilmiştir. Literatür incelemesi sonucunda bu etkenler; “ilgili dönemin cumhuriyet tarihindeki mülki idarileşme serüveni içerisindeki konumu”, “mülki idare düzenlemelerinin zamanlamasının seçim dönemleriyle örtüşmesi”, “mahallî baskılara karşı sergilenen tutum” ve “kurulan birimlerin günümüzdeki demografik ve sosyoekonomik göstergeleri” olarak belirlenmiştir.
İlk bulgu, AK Parti döneminin, mülki idare birimlerinin sayısının artması bağlamında DP ve ANAP kadar öne çıkmamasıdır. Bu bağlamda zirvede yer alan dönem sekiz yılda yeni kurulan 7 il ve 255 ilçeyle ANAP dönemidir. Onu on yılda yeni kurulan 5 il ve 141 ilçeyle DP dönemi takip etmektedir. AK Parti’nin yirmi iki yıllık iktidarında ise yalnızca 73 ilçe kurulmuş, üstelik bu dönemde mülki idare sistemine eklenen herhangi bir il olmamıştır. Kurulan ilçe sayılarının iktidardaki süreye bölünmesiyle elde edilen yıl başına düşen yeni ilçe sayısına bakıldığında ise ANAP döneminin “31,88”, DP döneminin “14,10”luk bir ortalamaya sahip olduğu görülmektedir. Buna karşın AK Parti döneminde söz konusu ortalamanın “3,48” olduğu tespit edilmiştir.
İkinci bulgu, AK Parti dönemdeki mülki idare düzenlemelerinin DP ve ANAP dönemlerinde olduğu gibi seçim arifesine veya ardına rastlamamasıdır. Bu çerçeveden bakıldığında DP dönemindeki mülki idare düzenlemelerinin 1954 ve 1957 milletvekili genel seçimlerinin hemen öncesinde veya sonrasında kümelendiği; ANAP dönemindekilerin ise 1987 ve 1991 milletvekili genel seçimlerine yakın zamanlarda gerçekleştirildiği saptanmaktadır. Oysa AK Parti dönemindeki düzenlemelerle milletvekili genel seçimleri arasında zamanlama açısından dikkat çekici bir ilişki görülmemektedir. Üstelik kurulan ilçelerin coğrafi bölgelere dağılımına bakıldığında; oran açısından DP ile ANAP dönemlerinde ilk iki sırayı merkez sağın oy deposu olarak görülen İç Anadolu ve Karadeniz Bölgelerinin aldığı gözlemlenirken, AK Parti döneminde ise ilk iki sırada büyükşehirlerin ve nüfusun yoğun olduğu Marmara ve Akdeniz Bölgelerinin bulunduğu sonucu karşımıza çıkmaktadır.
Üçüncü bulgu, AK Parti döneminde mahallî baskıların mülki idare düzenlemelerinde belirleyici olamamasıdır. Oysa DP ve ANAP dönemlerinde mülki idare düzenlemelerinde Anadolu’daki ahalinin talep ve beklentileri oldukça etkili olmuştur. Kanunların teklif ile nihai metinleri arasındaki belirgin farklılıklar bu durumu gözler önüne sermektedir. Hatta söz konusu talep ve beklentiler, iktidar ile yöre halkı arasında patronaja dayalı bir ilişkinin kurulmasına yol açmış ve mülki idare düzenlemelerine ilişkin politika süreçleri tabiri caizse ilçe kurma borsasına dönüşmüştür. Buna karşılık AK Parti döneminde Anadolu’da yaşayan vatandaşların kendi memleketlerini il ya da ilçe olarak görme taleplerine mesafeli yaklaşıldığı gözlemlenmiştir. Bu dönemde onca baskıya rağmen hiçbir ilin kurulmaması, kurulan ilçelerin de -beş tanesi hariç olmak üzere- büyükşehirlerde kurulması bu savı güçlendirmektedir.
Dördüncü ve son bulgu ise AK Parti döneminde kurulan ilçelerin demografik ve sosyoekonomik göstergelerinin yüksek oluşudur. Elbette burada AK Parti döneminde kurulan ilçelerin çok büyük bir oranının büyükşehir belediye kanunu ile ilişkili bir biçimde kurulmasının ve söz konusu alanlarda kentleşme sürecinin doludizgin yaşanmasının rolü büyüktür. Oysa DP ve ANAP dönemlerinde kurulan ilçelerin dikkate değer bir bölümünün nüfusunun kasaba ve köy ölçeğinde kaldığına, sosyoekonomik göstergeler çerçevesindeki kademelerinin ise düşük seviyelerde kümelendiğine tanıklık edilmektedir.
Sonuç olarak, mülki idare düzenlemeleri açısından AK Parti iktidarındaki sürenin; siyasi gelenek ve tek başına iktidar bağlamındaki selefleri olan DP ve ANAP dönemlerine nazaran daha rasyonel politikaların izlendiği ve il ile ilçe kurma politikalarının popülist tutumla ele alınmadığı bir dönemi ihtiva ettiği ileri sürülebilir.
Tarihte siyasi iktidarı elde etme veya koruma amacıyla siyasi parti ve aktörlerin; tarımdan ticarete, ekonomiden sosyal politikalara kadar birçok farklı alanda popülist bir siyaset tarzına başvurduğuna tanıklık edilmiştir. Başlangıçta... more
Tarihte siyasi iktidarı elde etme veya koruma amacıyla siyasi parti ve aktörlerin; tarımdan ticarete, ekonomiden sosyal politikalara kadar birçok farklı alanda popülist bir siyaset tarzına başvurduğuna tanıklık edilmiştir. Başlangıçta toplumun “halk” ve “seçkin zümre” olarak iki temel cepheye ayrılması ve halkın iradesinin seçkinlerinkine karşıt bir şekilde siyasete yansımasını ifade eden popülizm kavramı, zamanla sıradan insanların rasyonel veya irrasyonel her türlü taleplerine duyarlı olmak suretiyle halkın desteğini almaya yönelik rekabetçi bir siyaset tarzının etiketi hâline gelmiştir. Kaldı ki son yüzyılda popülizm, pejoratif anlamda, halkın duygularına hitap eden ve onları ilgi ve bilgi yoksunu oldukları hassas konularda bile kendi tarafına çeken politikacıların davranışlarını belirtmek için başvurulan bir terim olarak siyaset bilimi literatüründeki yerini almıştır. İktidar olabilme hırsı, seçilebilme telaşı ve oy alabilme yarışı; iktidar ve muhalefet partilerini diğer birçok alanda olduğu gibi kamu yönetimi açısından da verimsiz ve gereksiz politika vaatlerine itmiş ve çoğu zaman bu vaatler gerçekleştirilmiştir. Türkiye’de popülist siyaset tarzının kamu yönetimi alanındaki yansımaları, genellikle mülki ve mahallî idare birimlerinin standartlardan yoksun ve keyfî bir biçimde artmasında belirgin bir şekilde hissedilmektedir. Buradan hareketle, Türkiye’de mülki idare birimlerinin artması ile popülist siyaset arasındaki ilişkinin Anavatan Partisi (ANAP) dönemindeki mülki idare düzenlemeleri üzerinden incelenmesi çalışmanın amacını oluşturmaktadır. Çalışmada popülizmin kavramsal çerçevesine yönelik bilgiler için literatür incelemesi, ANAP dönemindeki mülki idare düzenlemelerine ilişkin veriler için ise doküman incelemesi yöntemleri tercih edilmektedir. ANAP’ın 1983-1991 arasında sekiz yıl tek başına iktidar olduğu dönemin araştırma nesnesi olarak tercih edilmesinde, cumhuriyet tarihinde en çok il ve ilçe kurulan zaman aralığının söz konusu döneme tekabül etmesi belirleyici olmuştur. Turgut Özal 45. ve 46., Yıldırım Akbulut 47. ve Mesut Yılmaz 48. Hükümetleri; ANAP’ın sekiz yıllık tek başına iktidar olduğu dönemde görev yapmıştır. Cumhuriyetin ilanından sonra kurulan 26 ilin 7’si ve 640 ilçenin 255’i söz konusu hükümetler döneminde kurulmuştur. Diğer bir deyişle, Türkiye’de 1923 yılından sonra kurulan illerin %27’si, ilçelerin ise %40’ı bu dönemde il veya ilçe statüsü kazanmıştır. İlave olarak yıllık il ve ilçe kurma ortalamalarına bakıldığında da ANAP döneminin zirvede olduğu görülmektedir. Bu dönemde yıl başına kurulan il sayısı ortalaması “0,88”; ilçe sayısı ortalaması ise “31,88” olarak hesaplanmıştır. Dönemin mülki idare düzenlemeleri açısından bolluk ve zenginliği, mülki idareye yönelik bu politikaların arka planında popülist siyasetin belirleyici olup olmadığını merak konusu kılmaktadır. Söz konusu amaç, yöntem ve veriler çerçevesinde kurgulanan bu çalışmanın ilk bölümünde popülizm, popülist siyaset ve rekabetçi popülizm olguları kavramsal çerçevede ele alınacaktır. İkinci bölümde Türkiye’deki popülist siyasetin temellerine ve özel olarak ANAP popülizmine değinilecektir. Son bölümde ise ANAP döneminde mülki idare sayısının artmasına aracılık eden hukuki düzenlemelere (3306, 3391, 3392, 3398, 3399, 3508, 3578, 3644, 3647 ve 3760 Sayılı Kanunlar) yer verilecek ve bu çerçevede kanun metinleri, meclis komisyonu raporları ve kanun tekliflerindeki gerekçeler incelenecektir. Ayrıca ilgili kısımda ANAP döneminde kurulan 255 ilçeye ilişkin demografik ve sosyoekonomik göstergelere referansta bulunularak, söz konusu ilçelerin kurulmasında etkili olan gerekçelerin rasyonelliği ve gerçekçiliği ortaya koyulacak; diğer bir deyişle, mülki idare birimlerinin artması ile popülist siyaset arasındaki ilişkiye yönelik argümanlar test edilecektir.
Anahtar Kelimeler: Popülizm, mülki idare, il, ilçe, ANAP.

Political parties and actors for the purpose of gaining or maintaining political power in history; it is attested that it referred to a populist style of politics in many different areas from agriculture to trade, from economics to social policy. The term populism, which originally expressed the division of society into two basic fronts such as “the people” and the “elite class” and the reflection of the will of the people in politics as opposed to that of the elites, over time became a label for a competitive style of politics designed to win popular support by catering to all kinds of rational or irrational demands of ordinary people. Moreover, in the last century, populism has taken its place in political science literature as a pejorative term used to describe the behaviour of politicians who appeal to the feelings of the people and win them over to their side, even on sensitive issues in which they lack interest and knowledge. The ambition to be in power, the rush to get elected, and the race for votes drove the ruling and opposition parties to make inefficient and unnecessary political promises in public administration, as in many other areas, and these promises were often implemented. The impact of populist political style on the field of public administration in Türkiye is clearly felt in the arbitrary and inconsistent growth of civil and local administrative units. From this point of view, the aim of this study is to examine the relationship between the increase of civil administrative units and populist politics in Türkiye by looking at the civil administrative arrangements during the period of the Motherland Party (ANAP). In the study, the literature analysis is preferred to obtain information about the conceptual framework of populism, and the methods of document analysis to obtain data about the civil administrative arrangements in the ANAP period. Since most of the newly established provinces and sub-provinces in the history of the republic were established during the ANAP period, the object of research is the period in which the ANAP alone was in power for eight years between 1983and 1991. The Turgut Özal (45th and 46th), Yıldırım Akbulut (47th) and Mesut Yılmaz (48th) governments that held office during the ANAP’s eight years of sole rule. After the proclamation of the Republic, 7 of the 26 newly created provinces and 255 of the 640 sub-provinces were established during these governments. In other words, 27% of the provinces and 40% of the sub-provinces created after 1923 received the status of province or sub-province during this period. Furthermore, if we look at the annual averages for the creation of provinces and sub-provinces, we find that the ANAP period reached its peak. During this period, the average number of provinces established per year was “0.88”; the average number of sub-provinces was calculated as “31.88”. Given the abundance and richness of the period in terms of civil administrative arrangements, the question arises whether the populist politics in the background of these policies were decisive for civil administration. In the first part of this study, built within the framework of the above purpose, method and data, populism, populist politics and competitive populism are discussed in a conceptual framework. In the second part, the foundations of populist politics in Türkiye and then specifically the populism of ANAP is mentioned. In the last part, the legal arrangements (Laws 3306, 3391, 3392, 3398, 3399, 3508, 3578, 3644, 3647, and 3760) that mediated the increase in the number of civil administrations during the ANAP period are included; within this framework, the legislative texts, the parliamentary commission reports, and the justifications in the legislative proposals are examined. Moreover, in the relevant part, the demographic and socioeconomic indicators of 255 sub-provinces established in the ANAP period are referenced; in this way, the rationality and realism of the reasons that were effective for the establishment are revealed. In other words, the arguments for the relationship between the increase in civil administrative units and populist politics are examined. Keywords: Populism, civil administration, province, sub-province, ANAP.
Türkiye’de büyükşehir yönetim modeline ilişkin son kapsamlı düzenleme 2012 yılında yayımlanan ve takip eden yerel seçimlerin ardından yürürlüğe giren 6360 Sayılı On Dört İlde Büyükşehir Belediyesi ve Yirmi Yedi İlçe Kurulması ile Bazı... more
Türkiye’de büyükşehir yönetim modeline ilişkin son kapsamlı düzenleme 2012 yılında yayımlanan ve takip eden yerel seçimlerin ardından yürürlüğe giren 6360 Sayılı On Dört İlde Büyükşehir Belediyesi ve Yirmi Yedi İlçe Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’dur. Yönetsel, mekânsal, sosyal ve ekonomik alanlarda esaslı değişim ve dönüşümleri beraberinde getiren bu kanun ile yalnızca 14 il daha büyükşehir yönetim modeline dahil edilmemiş, bunun yanı sıra büyükşehir belediyelerinin hizmet alanı il mülki sınırlarını, ilçe belediyelerinin hizmet alanı ise ilçe mülki sınırlarını kapsayacak şekilde genişletilmiştir. Ayrıca 30 büyükşehirin tamamında il özel idareleri kaldırılmış; belde belediyeleri ve köyler de mahalleye dönüştürülmek suretiyle mülki sınırları içerisinde yer aldıkları ilçe belediyesine bağlanmıştır. Mezkûr değişiklikler ile birlikte “büyükşehir” yönetim modeli kamuoyunda “bütünşehir” modeli olarak anılmaya başlamıştır. Üstelik söz konusu modelin büyükşehir yönetim modeli dışında kalan alanlarda da uygulanmasına yönelik çabalar gündemde sıklıkla yer almıştır.
6360 Sayılı Kanun’un özellikle sosyo-ekonomik açıdan en tartışmalı yönünü, büyükşehir yönetim alanlarında kent-kır ayrımının ortadan kalkması oluşturmaktadır. Belde belediyeleri ve köylerin tüzel kişiliklerinin sona erdirilerek il ya da ilçe merkezlerinde yer alan merkez mahalleri ile aynı statüye dönüştürülmeleri gerek sosyal gerekse ekonomik saiklerden hareketle sürekli tartışılmıştır. Hatta Türkiye İstatistik Kurumunun demografik verilerinde bile söz konusu illerin mülki sınırlarında yaşayanların tamamı kentsel nüfus kategorisinde değerlendirilmiştir. Bu durumun, hem toplum hem de coğrafya gerçekleriyle bağdaşmadığı bu süre içerisinde deneyimlenmiştir. Bu kanun ile bir yandan kentsel yaşam pratiklerine yönelik yerel yönetim birimleri olan belediyelere kırsal yükümlülükler yüklenmiş, diğer yandan ise kırsal alanlarda yaşayanlar yerel vergi ve yükümlülüklerle karşı karşıya bırakılmıştır. Her ne kadar kanun metninde söz konusu yükümlülüklere yönelik geçici süreli birtakım muafiyet ve indirimler uygulamaya konulmuşsa da, bunların kalıcı hâle getirilmesinin elzem olduğu kısa sürede ortaya çıkmış ve bu bağlamda kentsel alanlar ile kırsal alanlara aynı mevzuat hükümlerinin uygulanamayacağı net bir şekilde anlaşılmıştır. Bunun sonucunda kırsal alanda ikamet edenlerin yerel vergi ve su ücretleri karşısında zor durumda kalacağı algısı, muafiyet ve indirimlerin süresiz hâle getirilmesi düşüncesini ön plana çıkarmış ve bu konuda kapsamlı bir düzenleme yapılması zarureti doğmuştur.
Bu çerçevede ilk olarak 5216 Sayılı Büyükşehir Belediye Kanunu’na bir madde (Ek Madde 3) ilave edilmiş ve daha önce belde belediyesi veya köy iken mahalleye dönüştürülen birimlerin belirli koşulları sağlamaları durumunda “kırsal mahalle” ya da “kırsal yerleşik alan” olarak belirlenebilecekleri öngörülmüştür. Bu değişiklik bir yandan muafiyet ve indirimleri süresiz hâle getirmiş, diğer yandan ise söz konusu birimlerin tespitinde büyükşehir ve ilçe belediye meclislerini yetkili kılmıştır. Ardından uygulamaya rehber olması için Kırsal Mahalle ve Kırsal Yerleşik Alan Yönetmeliği 15 Nisan 2021’de 31455 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Yönetmelikte kırsal mahalle tespiti için “kırsal yerleşim özelliğinin devam edip etmemesi”, “şehir merkezine olan uzaklık ve ulaştırma durumu”, “belediye hizmetlerine erişebilirlik”, “mevcut yapılaşma durumunun kırsal niteliğinin devam edip etmemesi”, “imar mevzuatı uyarınca yerleşik ve gelişme alanları içerisinde olup olmaması” ve “sosyo-ekonomik durum” gibi ölçütlerin belirleyici olacağına yer verilmiş; ayrıca bu ölçütleri sağlamamasından ötürü kırsal mahalle tespiti yapılamayan ve 10.000 m2’den az olmayan alanların “kırsal yerleşik alan” olarak belirlenebileceği ifade edilmiştir.
Kırsal mahalle ve kırsal yerleşik alan tespiti işlemi için ilçe belediye meclisinde alınan ve gerekçeli bir şekilde büyükşehir belediye başkanlığına iletilen karar, kayıtlara intikal ettiği tarihten sonraki ilk büyükşehir belediye meclis toplantısında görüşülmektedir. Büyükşehir belediye meclisinin ilçe belediye meclisince gönderilen kararlar üzerinde aynen veya değiştirerek kabul etme ya da reddetme yetkisi bulunmaktadır. Bunun yanı sıra büyükşehir belediye meclisi, ilçe belediye meclisince belirlenen kırsal mahalle ve kırsal yerleşik alan sınırlarını ekonomik ve sosyal bütünlük gerekçesiyle genişletme veya daraltma yetkisine de sahiptir.
Buradan hareketle, çalışmada kırsal mahalle ve kırsal yerleşik alanların tespit edilmesi süreci konu edilmekte ve bu süreçte ilgili yönetmelikte öngörülen koşullara ne ölçüde uyulduğunun ortaya koyulması amaçlanmaktadır. Bu bağlamda çalışmanın örneklemini 6360 Sayılı Kanun kapsamında Trabzon ilindeki mahalleye dönüştürülen 57 belde ve 478 köy ile bu kanun sonrasında kurulan 11 yeni mahalle oluşturmaktadır. Örnek olay incelemesi ve doküman analizi yöntemlerinin bir arada kullanıldığı bu çalışmanın sonucunda Trabzon’da toplam 430 kırsal mahalle ve 76 kırsal yerleşik alan belirlendiğine ulaşılmıştır. Örneklemdeki 40 mahallenin ise merkez mahalle statüsünde kalacağı kararı alınmıştır. İlçe belediyeleri tarafından alınan kararlar, Trabzon Büyükşehir Belediyesi İmar ve Bayındırlık Komisyonu tarafından incelenmiş ve her biri “merkeze uzaklık”, “kırsalda yer alma”, “tarım ve hayvancılık faaliyetlerinin yoğun olması”, “coğrafyanın eğimi” ve “iklim koşullarının zor olması” ölçütleri üzerinden karara bağlanmıştır. 18 ilçeden gelen belediye meclis kararının 8’i geldiği şekilde, 10’u ise komisyon tarafından değiştirilerek kabul edilmiştir.  Son olarak, Trabzon Büyükşehir Belediye Meclisi 14.12.2022 tarihli toplantısının 48. Birleşimi 1. Oturumunda “Kırsal Mahalle ve Kırsal Yerleşik Alan” tespitini yaparak 884 Nolu Karar’ı almıştır. Ayrıca bu kapsamda kırsal mahalle ve kırsal yerleşik alan olarak belirlenen yerlerdeki imar planı bulunan alanların ilgili yönetmelik kapsamında uygulanacak muafiyetlerin dışında bırakılmasının uygun olacağına karar verilmiştir. Bu süreçte ulaşılan en dikkat çekici bulgular; ilçe belediye başkan ve meclislerinin bazılarının yönetmeliğin amaç ve içeriğinden habersiz olması, bununla bağlantılı olarak alınan ilk kararlardan bazılarının yönetmeliğe aykırılık teşkil etmesi ve sürecin yönetmeliğe uygun hâle getirilmesinde Trabzon Büyükşehir Belediye Meclisi İmar ve Bayındırlık Komisyonunun hatırı sayılır bir çaba göstermesidir.
Anahtar Kelimeler: 6360 Sayılı Kanun, Belde, Köy, Kırsal Mahalle, Kırsal Yerleşik Alan.

The study discusses the detection process of rural neighborhoods and rural built-up areas and aims to show the extent to which the conditions established in the relevant regulation are met in this process. In this context, the sample of the study consists of 57 towns and 478 villages that were transformed into neighborhoods in Trabzon Province under Law No. 6360, and 11 new neighborhoods that were established afterwards. As a result of this study, in which the methods of case study and document analysis were applied together, a total of 430 rural neighborhoods and 76 rural built-up areas were identified. It was decided that 40 neighborhoods within this scope retain the status of central neighborhood. The most notable results of this process: some of the mayors and municipal councils of the sub-province are unaware of the purpose and content of the regulation, some of the first decisions made in this context violate the regulation, and finally, the Reconstruction and Public Works Commission makes significant efforts to bring the process in line with the regulation.
Keywords: Law No. 6360, Town, Village, Rural Neighborhood, Rural Built-Up Area.
Türkiye’de 2972 Sayılı Mahallî İdareler ile Mahalle Muhtarlıkları ve İhtiyar Heyetleri Seçimi Hakkında Kanun’un 2. maddesi uyarınca belediye başkanlığı seçimlerinde basit çoğunluk sistemi uygulanmaktadır. İki partili sistem geleneğine... more
Türkiye’de 2972 Sayılı Mahallî İdareler ile Mahalle Muhtarlıkları ve İhtiyar Heyetleri Seçimi Hakkında Kanun’un 2. maddesi uyarınca belediye başkanlığı seçimlerinde basit çoğunluk sistemi uygulanmaktadır. İki partili sistem geleneğine sahip ülkelerde siyasi meşruiyet (temsilde adalet) ve yönetimde istikrar açısından oldukça işlevsel olan bu sistem, çok partili sistem geleneğine sahip ülkelerde ise ciddi sorunlara neden olabilmektedir. Örneğin, çok partinin yarıştığı bir seçim çevresinde mutlak veya nitelikli çoğunluk aranmadığı için çok düşük oranlarla da belediye başkanlığı kazanılabilmektedir. Bu yönüyle basit çoğunluk sistemi, belediye başkanını desteklemeyenlerin oranının oldukça yükselmesine zemin hazırlayarak temsilde adaletin zedelenmesine yol açabilmektedir. Diğer yandan bu sistem, belediye başkanlığını kazanan partinin belediye meclisinde azınlık durumuna düşebilme olasılığı nedeniyle yönetimde istikrara da zarar verebilmektedir. Nitekim 30 Mart 2014 ve 31 Mart 2019 Mahallî İdareler Genel Seçimlerinde belediye başkanlığını kazanmış olan adayların oy oranları kodlandırılarak oluşturulan dağılımlar, Türkiye’deki belediye başkanlığı seçim sisteminin siyasi meşruiyet ve yönetimde istikrar açısından risk potansiyeli barındırdığı iddiasını desteklemektedir. Buradan hareketle çalışmanın amacı, basit çoğunluk sisteminin yol açabileceği sorunlar ve bunların giderilmesine dönük alternatif seçim sistemi önerilerinin ortaya koyulmasıdır. Bu bağlamda çalışmada, belediye başkanlığı seçimleri için mutlak çoğunluğa dayanan “tamamlayıcı oy” ve “balotaj” sistemlerinin uygulanabilirliği tartışılmaktadır. Belediye başkanının arkasındaki toplum desteğinin artmasına aracılık edecek bu iki sistem, anayasa hukuku ve siyaset bilimi terminolojisindeki seçim sistemleri literatüründen yararlanılarak incelenmekte ve Türkiye’de belediye başkanlığı seçimleri için önerilmektedir.

In Türkiye, the simple majority system is applied in mayorship elections in accordance with Article 2 of Law No. 2972 on the Election of Local Administrations, Mukhtars and Councils of Elders. This system, which is very functional in countries with a tradition of two-party system in terms of political legitimacy (justice in representation) and stability in administration, can cause serious problems in countries with a tradition of multiparty system. For example, mayorship can be won with very low odds, since an absolute or qualified majority is not sought in a constituency where many parties compete. In this respect, the simple majority system can lead to an impairment of justice in representation, since the proportion of those who do not support the mayor can increase considerably. On the other hand, this system may also harm stability in administration, since the party that wins the mayorship may find itself in the minority in the municipal council. The distributions obtained by coding the vote shares of candidates who won the mayorship in the 30 March 2014, and 31 March 2019 General Elections of the Local Administrations support the claim that the mayorship election system in Türkiye poses a potential risk to political legitimacy and stability in administration. From this point of view, the aim of the study is to show the problems that the simple majority system can cause and to propose alternative electoral systems to overcome them. In this context, the study is discussed the feasibility of the “supplementary election” and “ballotage” systems, based on the absolute majority, for mayorship elections. These two systems, which lead to greater popular support for the mayor, are examined based on the constitutional law and political science literature on electoral systems and recommended for mayorship elections in Türkiye.
Türkiye’de 16 Nisan 2017 Referandumu ile kabul edilen ve 9 Temmuz 2018 tarihinden itibaren uygulanmaya başlanan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Modeli (CHM), henüz taslak olarak gündeme geldiği zamandan itibaren muhalefet bloğu tarafından yoğun... more
Türkiye’de 16 Nisan 2017 Referandumu ile kabul edilen ve 9 Temmuz 2018 tarihinden itibaren uygulanmaya başlanan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Modeli (CHM), henüz taslak olarak gündeme geldiği zamandan itibaren muhalefet bloğu tarafından yoğun bir biçimde eleştirilmektedir. Zamanla arkasına sosyal ve ekonomik sorunları da alan bu eleştiriler, çok geçmeden yeni bir model arayışına dönüşmüştür. Bu bağlamda 28 Şubat 2022’de muhalefetteki altı partinin katılımıyla “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem (GPS)” başlıklı bir model tasarısı manifestosu yayımlanmıştır. Kamuoyunda her ne kadar “güçlendirilmiş” sıfatıyla kullanılsa da anayasa hukuku ve siyaset bilimi terminolojisinde böyle bir tabirin bulunmaması, yeni model önerisinde nasıl bir parlamenter sistem kurgulandığını belirsizleştirmektedir. Buradan hareketle çalışmada, Türk anayasa tarihinde 1961 Anayasası ile uygulanan saf parlamenter sistem ile 1971 1973 anayasa değişiklikleri ile başlayan ve 1982 Anayasasında en somut hâlini alan rasyonelleştirilmiş parlamentarizm deneyimlerinden yararlanılarak, GPS modelinin i) yeni bir hükümet sistemini mi veya ii) saf parlamenter sisteme geri dönüşü mü ifade ettiği iii) yoksa rasyonelleştirilmiş parlamentarizmin bir versiyonu mu olduğu tartışılmaktadır. Anahtar Kelimeler: Parlamenter sistem, güçlendirilmiş parlamenter sistem, saf parlamenter model, rasyonelleştirilmiş parlamentarizm, cumhurbaşkanlığı hükümet modeli.
Bu çalışmada habis sorunların kentsel yansımalarıyla mücadelede kent konseylerinin hangi işlevleri yüklenebildiği veya yüklenemediğinin değerlendirilmesi amaçlanmaktadır. Akçaabat Kent Konseyi (AKK) örneğinden hareketle söz konusu amaca... more
Bu çalışmada habis sorunların kentsel yansımalarıyla mücadelede kent konseylerinin hangi işlevleri yüklenebildiği veya yüklenemediğinin değerlendirilmesi amaçlanmaktadır. Akçaabat Kent Konseyi (AKK) örneğinden hareketle söz konusu amaca yönelinen çalışmanın veri elde etme yöntemi, AKK başkanıyla gerçekleştirilen yüz yüze görüşmeye dayanmaktadır. Elde edilen veriler, içerik analizi yöntemiyle kategorize edilip değerlendirilmekte ve böylelikle bulgulara ulaşılmaktadır. Bu çerçevede çalışmada ilk olarak, terminolojik açıdan habis sorun tipolojisine değinilmekte ve onu uysal (tame) ve karmaşık (complex) sorun tipolojilerinden ayıran dikkat çekici özellikler üzerine odaklanılmaktadır. Ardından kentsel mekanları kuşatan habis sorunlardan yedi tanesi (küresel iklim değişikliği, uluslararası göç, yoksulluk, demografik değişimler, doğal afetler, çevre sorunları ve salgınlar) sıralanmakta ve bunların kentin kırılganlık düzeyini artırıcı potansiyel etkileri açıklanmaktadır. Son olarak ise araştırmanın örneklemini oluşturan AKK'nin tarihsel gelişimine yer verildikten sonra bu örnek üzerinden incelenerek elde edilen bulgular yorumlanmaktadır. Özellikle trafikle ilişkili çevre sorunları bağlamında kent konseyinin bir danışma ve istişare kurumundan çok baskı grubu gibi çalışması ve kentin kıyı bölgesi üzerinde yapılacak uluslararası yol çalışmasına direnip güney çevre yolu seçeneğinde ısrarcı olması, çalışmada ulaşılan en ilgi çekici bulgular arasındadır.
Belediyelerin karar (belediye meclisi) ve yürütme (belediye başkanı) organları arasındaki görüş ayrılıkları, kentsel direnci azaltan bir etmen olarak dikkat çekmektedir. Hele de Türkiye gibi siyasi parti disiplininin yoğun olduğu... more
Belediyelerin karar (belediye meclisi) ve yürütme (belediye başkanı) organları arasındaki görüş ayrılıkları, kentsel direnci azaltan bir etmen olarak dikkat çekmektedir. Hele de Türkiye gibi siyasi parti disiplininin yoğun olduğu ülkelerde, belediye başkanının ve meclis çoğunluğunun farklı siyasi partilerde olması; plan, bütçe ve kaynak tahsisi gibi konularda uyumsuzluklar yaşanmasına ve böylelikle karar alma ve uygulama süreçlerinin kilitlenmesine sebebiyet verebilmektedir. Buradan hareketle çalışmada belediye meclis üyesi seçim sisteminde yer alan ve politik ve yönetsel kilitlenmelere yol açma potansiyeli taşıyan “kontenjan aday” uygulamasına odaklanılmıştır. Bilindiği üzere, 2972 sayılı Mahalli İdareler ile Mahalle Muhtarlıkları ve İhtiyar Heyetleri Seçimi Hakkında Kanun’un 23. maddesinin (a) bendinde “Kontenjan adayı gösterilen bu seçim çevrelerinde geçerli oyların en çoğunu almış olan siyasi partinin kontenjan adayları belediye meclis üyeliğini kazanmış olurlar” hükmü yer almaktadır. Çalışmanın amacı, söz konusu hükmün politik ve yönetsel kilitlenmelere zemin hazırlama potansiyelinin değerlendirilmesidir. Bu çerçevede ilk olarak dünyada kontenjan aday uygulamasının ortaya çıkışı ve temel amaçlarına, ardından Türk siyasi hayatındaki tarihsel gelişimine değinilmektedir. Son olarak ise 2019’daki mahalli idareler seçimi sonucunda belediye meclisi çoğunluğu ile belediye başkanının farklı siyasi partilerden oluştuğu Yomra Belediyesi örneği üzerinden mevcut sisteme yönelik eleştirilere ve önerilere yer verilmektedir. Bu bağlamda öne çıkan temel öneriler, kontenjan aday uygulamasının sona erdirilmesi veya belediye başkanı kontenjanı hâline dönüştürülmesidir.
Türkiye’nin doğusunda yer alan ve yerel seçimlerde Halkların Demokratik Partisi (HDP) adayları tarafından kazanılan 65 belediyenin 51’ine teröre destek verdikleri gerekçesiyle kayyım atanmış, 6’sına ise aynı gerekçeyle mazbata... more
Türkiye’nin doğusunda yer alan ve yerel seçimlerde Halkların Demokratik Partisi (HDP) adayları tarafından kazanılan 65 belediyenin 51’ine teröre destek verdikleri gerekçesiyle kayyım atanmış, 6’sına ise aynı gerekçeyle mazbata verilmemiştir. Bu uygulama, terörü azaltma ve yerel güvenliği sağlama açısından elzem olmakla birlikte, seçilmişlerin yerine atanmışların yönetimine yol açması bakımından demokratik teamüllerle bağdaşmamaktadır. Buradan hareketle, doğudaki yerel yönetimlerin demokrasi ve terör kıskacında oldukları iddia edilebilir. Çalışmanın düşünsel arka planını terörle mücadele edebilmek için demokrasiden taviz vermenin sürdürülebilir bir durum olmaması ve bu sorunun minimize edildiği bir yerel yönetim modeline ihtiyaç duyulması oluşturmaktadır. Bu bağlamda çalışmada bütünşehir modeli ile HDP’nin yerel seçim başarısı arasındaki ilişkinin tespit edilmesi amaçlanmaktadır. Söz konusu ilişki, Yüksek Seçim Kurulunun (YSK) resmî internet sitesinden yararlanılarak oluşturulan ikili verilerin karşılaştırması üzerinden ölçülmektedir. İlk örneklem grubunda HDP’nin aday göstererek en az bir büyükşehir ilçe belediyesi kazandığı 5 büyükşehirdeki (Diyarbakır, Van, Mardin, Erzurum ve Şanlıurfa) 54 büyükşehir ilçesi; ikincisinde ise HDP’nin en az bir ilçe belediyesi kazandığı 9 ildeki (Ağrı, Batman, Bitlis, Hakkâri, Iğdır, Kars, Muş, Siirt ve Şırnak) 47 ilçe yer almaktadır. İlk grupta büyükşehir ilçelerinin 6360 sayılı Kanun öncesi sınırları ile mevcut hâlindeki (bütünşehir) belediye başkanlığı oy oranları, ikinci grupta ise ilçelerin belediye başkanlığı ile il genel meclisi (bütünşehir sınırları olduğu için) oy oranları karşılaştırılmaktadır. Ulaşılan bulgular, büyükşehirlerde uygulanan ve gelecekte iller ve ilçeleri için de uygulanması düşünülen bütünşehir modelinin, yerel seçimlerde HDP’ye avantaj sağladığını / sağlayacağını göstermektedir.
Kökeni Osmanlı İmparatorluğu’nun klasik dönemindeki “Divanı Hümayun” örgütlenmesinde yer alan “Reisülküttaplık” müessesesi ile Tanzimat döneminden çok kısa bir süre önce kurulan “Umur-ı Hariciye Nezareti”ne uzanan T.C. Dışişleri... more
Kökeni Osmanlı İmparatorluğu’nun klasik dönemindeki “Divanı Hümayun” örgütlenmesinde yer alan “Reisülküttaplık” müessesesi ile Tanzimat döneminden çok kısa bir süre önce kurulan “Umur-ı Hariciye Nezareti”ne uzanan T.C. Dışişleri Bakanlığı, 2 Mayıs 1920 tarihinde kurulmuş ve Türk kamu yönetimi sisteminin en prestijli kurumlarından biri olarak faaliyet göstermeye devam etmektedir. Kurulduğu günden bu yana Dışişleri Bakanlığı, bir yandan diğer devlet ve uluslararası/üstü kuruluşlarla ilişkilerin yürütülerek bölgesel ve küresel ölçekli iş birliği ve arabuluculuk faaliyetlerinin gerçekleştirilmesi, diğer yandan ise uluslararası alanda Türkiye’nin temsil edilmesi misyonuyla çok önemli görev, yetki ve sorumluluklar üstlenerek yürütme organı içinde yer alan en kilit örgütlenmelerden biri olmuştur. Bu bağlamda dışişleri bakanları da söz konusu örgütlenmenin hiyerarşik açıdan en üst pozisyondaki yetkilileri olarak önem kazanmıştır. Literatürde Dışişleri Bakanlığının tarihsel gelişimi, Türk dış politikasındaki merkezî konumu ve örgütsel dönüşümünü içeren birçok çalışma mevcutsa da, dışişleri bakanlarının profiline ilişkin herhangi bir araştırmaya rastlanmamaktadır. Buradan hareketle çalışmanın amacı, kuruluşundan bu yana dışişleri bakanlığı görevini üstlenen kırk dört bakana ilişkin çeşitli verilerin (yaş, cinsiyet, eğitim durumu, meslek, doğum yeri, görev süresi, politik kariyerindeki diğer görevler ve atanma şekli) toplanarak yorumlanması ve dışişleri bakanlarının profillerine ilişkin değerlendirmelerde bulunulmasıdır. Ayrıca çalışmada ortaya çıkarılan profiller, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin farklı
dönemleri (Millî Mücadele, Tek Parti, Demokrat Parti, 1960-1980, 1980-2002 ve Adalet ve Kalkınma Partisi dönemleri) üzerinden karşılaştırmalı bir biçimde incelenmektedir. Bu kapsamda yanıt aranan araştırma soruları şu şekildedir: (1) Dışişleri bakanlarının görev yaptıkları süredeki yaş ortalamaları dağılımı nasıldır? (2) Yaş ortalaması dağılımı bağlamında belirgin bir şekilde öne çıkan dönemler hangileridir? (3) Dışişleri bakanlarının cinsiyet dağılımı nasıldır? (4) Cinsiyet dağılımı açısından belirgin bir şekilde öne çıkan dönemler hangileridir? (5) Dışişleri bakanlarının eğitim durumu dağılımı nasıldır? (6) Eğitim durumu dağılımı bağlamında belirgin bir şekilde öne çıkan dönemler hangileridir? (7) Dışişleri bakanlarının meslek dağılımı nasıldır? (8) Meslek dağılımı bağlamında belirgin bir şekilde öne çıkan dönemler hangileridir? (9) Dışişleri bakanlarının doğum yeri dağılımı nasıldır? (10) Doğum yeri dağılımı açısından öne çıkan bölgeler ve dönemler hangileridir? (11) Dışişleri bakanlarının görev süresi dağılımı nasıldır? (12) Görev süresi bağlamında belirgin bir şekilde öne çıkan dönemler hangileridir? (13) Dışişleri bakanlarının Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, Başbakan Yardımcılığı, diğer bakanlıklarda bakanlık ve siyasi parti genel başkanlığı gibi farklı politik kariyerlerinin bulunup bulunmamasına ilişkin dağılım nasıldır? (14) Bu dağılım uyarınca Dışişleri Bakanlığı, diğer bakanlıklar arasında nasıl bir konuma sahiptir? (15) Dışişleri bakanlarının atanma şekli dağılımı nasıldır? (16) Meclis dışından atamalarda hangi faktörler rol oynamıştır? Araştırmada dışişleri bakanı profili için belirlenen ve yaş, cinsiyet, eğitim durumu, meslek, doğum yeri, görev süresi, politik kariyerindeki diğer görevler ve atanma şeklini içeren sekiz adet veri grubuna, Dışişleri Bakanlığı resmî internet sitesi “https://www.mfa.gov.tr/default.tr.mfa” adresinden faydalanılarak ulaşılmıştır. Ardından bu veriler çeşitli kriterlere göre gruplara ayrılarak dağılım oranlarına ulaşılmış ve bu oranlar üzerinden araştırma sorularına yanıtlar aranmıştır. Ulaşılan en temel bulgular, genel olarak dışişleri bakanı profilinde gerontokratik ve eril unsurların ön planda olması ve Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, Başbakan Yardımcılığı ve siyasi parti genel başkanlığı gibi zirve makamlara yükselme açısından diğer bakanlıklara nazaran politikacılara daha fazla potansiyel sunmasıdır.
Nowadays, local governments are considered to be one of the most fundamental institutions of democratic political life. In this respect, especially the local councils play a vital role in both local democracy and local representation,... more
Nowadays, local governments are considered to be one of the most fundamental institutions of democratic political life. In this respect, especially the local councils play a vital role in both local democracy and local representation, along with the feature of become a decision-making body. The use of the power of the people through representatives leads to the prominence of the representative profile in the local councils. In the literature, there are many studies on the representative profile in the local councils (provincial council or municipal council). However, in these studies, the relationship between the representative profile and the scale of the local government unit is not included. Thus, the aim of the study is to determine the relationship between the municipal scale and the alderman profile. For this purpose, alderman of three metropolitan sub-provinces (Ortahisar, Besikduzu, Hayrat) in different scales in Trabzon were interviewed (63 people). Based on the data (gender, age, educational status, occupation, place of birth, knowledge of foreign language, experience of mukhtar or mayor, number of the period of aldermanship, and resignation status from the public service in the process of becoming a candidate) obtained the alderman profile of these metropolitan sub-provincial municipalities was outlined. Then, the similarities and differences related to the three profiles were evaluated in terms of the municipal scale and some findings were reached. Günümüzde yerel yönetimler, demokratik siyasi hayatın en temel kurumlarından biri olarak kabul edilmektedir. Bu açıdan özellikle yerel meclisler, karar organı olma özelliği ile birlikte, gerek yerel demokrasi gerekse yerel temsil açısından hayati bir rol oynamaktadır. Halkın sahip olduğu iktidarı temsilciler aracılığıyla kullanması, yerel meclislerdeki temsilci profiline önem kazandırmaktadır. Literatürde yerel meclislerdeki (il genel meclisi veya belediye meclisi) temsilci profilini konu edinen birçok çalışma bulunmaktadır. Ancak bu çalışmalarda, temsilci profili ile yerel yönetim biriminin ölçeği arasındaki ilişkiye yer verilmemiştir. Buradan hareketle, çalışmanın amacı, belediye ölçeği ile belediye meclis üyesi profili arasındaki ilişkinin ortaya koyulmasıdır. Bu amaç çerçevesinde, Trabzon ilinde yer alan farklı ölçekteki üç büyükşehir ilçe (Ortahisar, Beşikdüzü, Hayrat) belediye meclisinin üyeleriyle görüşülmüş (63 kişi) ve elde edilen verilerle (cinsiyet, yaş, eğitim durumu, meslek, doğum yeri, yabancı dil bilme durumu, muhtarlık veya belediye başkanlığı kariyerine sahip olma durumu, meclis üyeliği dönem sayısı ve aday olma sürecinde memurluktan istifa durumu) söz konusu büyükşehir ilçe belediyelerinin meclis üyesi profili çıkarılmıştır. Ardından, elde edilen üç profile ilişkin benzerlik ve farklılıklar, belediye ölçeği açısından değerlendirilerek birtakım bulgulara ulaşılmıştır.
19. yüzyıldan itibaren nüfus artışı, kentleşme, sanayileşme ve artan enerji talebi önemli çevre sorunlarının ortaya çıkmasına neden olmuştur. Küresel ısınma ve küresel iklim değişikliği günümüzde etkilerini en somut hissettiren sorunların... more
19. yüzyıldan itibaren nüfus artışı, kentleşme, sanayileşme ve artan enerji talebi önemli çevre sorunlarının ortaya çıkmasına neden olmuştur. Küresel ısınma ve küresel iklim değişikliği günümüzde etkilerini en somut hissettiren sorunların başında gelmektedir. Atmosferdeki karbondioksit (CO2), metan gazı (CH4), ozon (O3), karbon monoksit (CO) gibi sera gazları güneşten gelen ısının insan ve çevre sağlığını tehdit etmeyecek şekilde yerkürede tutulmasını sağlamaktadır. Bu gazlara ait konsantrasyon özellikle 19. yüzyıldan itibaren insan faaliyetleri sonucunda sahip olduğu iç dengeyi kaybetmeye başlamış ve güneşten gelen ısının daha büyük bir kısmının yerkürede kalmasına neden olmuştur. Bu açıdan küresel ısınma atmosferdeki sera gazlarının konsantrasyonunda meydana gelen değişiklikler sonucunda yerkürenin ısısının sürekli olarak artması olarak tanımlanabilir. Küresel ısınma başta iklim değişikliği, çölleşme, buzulların erimesi ve yağış rejimlerinin değişmesi gibi birtakım olumsuz etkiler ortaya çıkarmaktadır. Bu bağlamda çalışmanın amacı, küresel ısınma ve küresel iklim değişikliği ile mücadele edebilmek adına ortaya çıkarılan İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (İDÇS), Kyoto Protokolü ve Paris Anlaşmalarının karşılaştırılması ve özellikle Paris Anlaşması’nın küresel iklim değişikliği ile mücadele sürecinde diğer iki uluslararası belgeden farklılıklarının ortaya konulmasıdır. Çalışmada öncelikle küresel ısınma ve küresel iklim değişikliği kavramları tanımlanacak ardından İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi, Kyoto Protokolü ve Paris Anlaşması karşılaştırmalı bir biçimde irdelenecektir. Ayrıca çalışmada söz konusu hukuki belgelerin ortaya çıkış sürecinde devlet yöneticilerinin üstlenmiş olduğu role de değinilecektir. Sonuç olarak, İDÇS ve Kyoto Protokolü’nün ardından büyük umutlarla imzalanan ve ödül-ceza mekanizmasıyla çeşitli yaptırımlar öngören Paris Anlaşması, İDÇS ve Kyoto Protokolü’nün teknik çıkmazlarını bertaraf edebilecek hükümler barındırmaktadır. 
Anahtar Kelimeler: Küresel Isınma, Küresel İklim Değişikliği, İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi, Kyoto Protokolü, Paris Anlaşması.  
Abstract: The fact that the debates of the presidential system holds an important scope in the Turkey’s political agenda can be explained by the abundance of the historical background of these debates. Turkish political scene has... more
Abstract: The fact that the debates of the presidential system holds an important scope in the Turkey’s political agenda can be explained by the abundance of the historical background of these debates. Turkish political scene has experienced the crisis eras with the basis of legislation and executive power and many politicians who have different tradition and ideological baseline, have suggested presidential system for preventing this crisis as a main target after the 1960 era. In this study, subjected persons’ statements were examined. Also it was informed about conjuncture of the statement and compared reasons which are obtained from this analysis. In this way, it was contributed to literature whether there is a similarity of these reasons as a topical issue from the discussions of actors who dominates the Turkish political life after 1960 era with the subject of “presidential system”.
Keywords: Turkish Political Scene, Executive, Presidential System.
Öz: Başkanlık sistemi tartışmalarının Türkiye gündeminde önemli bir yer tutması, bu tartışmaların tarihsel arka planının zenginliği ile açıklanabilir. Türk siyasal hayatı, yasama ve yürütme ilişkilerinden kaynaklanan kriz dönemlerine tanıklık etmiş ve özellikle 1960 sonrası dönemde farklı gelenek ve ideolojiden gelen birçok siyasetçi bu krizlerin yaşanmamasının önkoşulu olarak başkanlık sistemini önermiştir. Bu çalışmada söz konusu kişilerin demeçleri irdelenmiş, demeçte bulunulan konjonktür hakkında bilgi verilmiş ve bu demeçlerden elde edilen gerekçeler karşılaştırılmıştır. Böylelikle 1960 sonrası Türk siyasi tarihine yön veren aktörlerin başkanlık sistemini gündeme getirme gerekçelerinin paralellik arz edip etmediğine yönelik alan yazınına katkıda bulunulmuştur.
Anahtar Kelimeler: Türk Siyasal Hayatı, Yürütme, Başkanlık Sistemi.
Son otuz yılda Türkiye’de göç olgusuna ilişkin yaşanan gelişmeler, göç iş ve işlemlerinin yürütülmesi amacıyla müstakil bir teşkilatın kurulmasını zorunlu kılmıştır. Bu zorunluluk sonucunda Göç İdaresi Genel Müdürlüğü ve ona bağlı taşra... more
Son otuz yılda Türkiye’de göç olgusuna ilişkin yaşanan gelişmeler, göç iş ve işlemlerinin yürütülmesi amacıyla müstakil bir teşkilatın kurulmasını zorunlu kılmıştır. Bu zorunluluk sonucunda Göç İdaresi Genel Müdürlüğü ve ona bağlı taşra teşkilatları (il göç idareleri) kurulmuştur. Çalışmanın amacı, Türkiye’de göç olgusuna ilişkin sorunları ortaya koymak ve il göç idarelerinin bu sorunların çözümündeki yeterlilik düzeylerini Trabzon ili özelinde tespit etmektir. Bu amaçla Trabzon ilinde yaşayan yirmi bir göçmenle derinlemesine mülakat yöntemiyle görüşme yapılmıştır. Görüşmelerden göçmenlerin genel olarak il göç idaresinden memnun oldukları sonucu çıkmıştır. Ancak bununla birlikte birtakım hizmetlerde aksamaların yaşandığı tespit edilmiştir.
The Law no. 6638 “The Law about Amending Certain Law with Police Mission and Authority Law, Military Police Organization, Task and Authorisation Law” was accepted in 27 March 2015 and approved by President with publishing in 4 April 2015... more
The Law no. 6638 “The Law about Amending Certain Law with Police Mission and Authority Law, Military Police Organization, Task and Authorisation Law” was accepted in 27 March 2015 and approved by President with publishing in 4 April 2015 at Official Journal. The Law no. 6638 has come in to public agenda as a “Internal Security Package” and caused important difference of opinion at Turkish Grand National Assembly. Subjected law which has caused strong difference of opinion in the sight of political parties, lawyers and society, has created a resolution in the form of “provision the public security” and “anxiety of threat the freedom”. The purpose of this study is to express the policy process about this law by means of separate specific chapters. In this context, the Law no. 6638 is evaluated with “process model” which is a kind of public policy analysis method. This study which analysed the law, becoming a current issue, formulating, legalizing, applicating and the process of evaluating, includes discussions about subjected process and presents data to literature and decision makers. Keywords: Internal Security Package, The Law No. 6638, Public Policy
There are many debates on the "presidential system" that propose radical changes in the Turkish administration system. Such discussions take its source from the dichotomies of the "powers union-powers separation" and the "presidential... more
There are many debates on the "presidential system" that propose radical changes in the Turkish administration system. Such discussions take its source from the dichotomies of the "powers union-powers separation" and the "presidential system-parliamentary system". Until the constitutional amendment proposal of 10 December 2016 in Turkey the debate on the government system in Turkey has been publicized by the name of "presidential" or "Turkish type presidential" system, leading to the fact that the Turkish presidential system is in the presidential system category in terms of government systems based on separation of powers. However, in the text of the constitution proposal, many articles on the relationship between legislative and executive reminiscent of the parliamentary system. The aim of the study here is to show in what category the presidential system is related to the legislative-executive relations, from the general literature of constitutional law and politics. Keywords: Turkish presidency system, Presidency system, Parliamentary system, Turkey
Türk siyasal hayatında öteden beri var olan hükümet sistemi arayışı, 10 Aralık 2016 tarihli Anayasa Değişikliği Teklifi ile daha somut bir nitelik kazanmıştır. Söz konusu teklifle “Cumhurbaşkanlığı Sistemi” adıyla birçok yönden başkanlık... more
Türk siyasal hayatında öteden beri var olan hükümet sistemi arayışı, 10 Aralık 2016 tarihli Anayasa Değişikliği Teklifi ile daha somut bir nitelik kazanmıştır. Söz konusu teklifle “Cumhurbaşkanlığı Sistemi” adıyla birçok yönden başkanlık sistemine benzeyen bir model önerilmiştir. Modelle getirilmesi planlanan düzenlemeler kamuoyunda yoğun bir şekilde tartışılmaktadır. Bu tartışmalarda öne çıkan konulardan biri Anayasanın 104. maddesine eklenen ve Cumhurbaşkanının yetkileri ve görevleri kısmında yer alan “Cumhurbaşkanı, yürütme yetkisine yönelik konularda, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarabilir” hükmüdür. Bu çalışmanın amacı, ülkeyi kararnamelerle yönetmek, meclisi etkisiz kılmak vb. argümanlarla tartışılan bu hükmü ABD’deki uygulamayla karşılaştırmalı bir biçimde incelemektir. Bu bağlamda ABD’de “executive order” adıyla anılan başkanlık kararnamelerinin yasama-yürütme ilişkileri çerçevesinde nasıl sistematize edildiği açıklanmış ve sonrasında Türkiye için önerilen modelin ABD’deki ile benzer ve farklı yönleri ortaya konmuştur. Anahtar Kelimeler: Cumhurbaşkanlığı Sistemi, Başkanlık Sistemi, Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi.
Büyükşehir sınırlarında yer alan belediye ve köylerin tüzel kişiliklerinin sona erdirilip mahalle statüsüyle ilçe belediyelerine bağlanmaları, 6360 Sayılı Kanun’un en tartışmalı düzenlemelerinden birisidir. Bu kanun, birçok eleştirinin... more
Büyükşehir sınırlarında yer alan belediye ve köylerin tüzel kişiliklerinin sona erdirilip mahalle statüsüyle ilçe belediyelerine bağlanmaları, 6360 Sayılı Kanun’un en tartışmalı düzenlemelerinden birisidir. Bu kanun, birçok eleştirinin yanı sıra iktidar partisi tarafından yerel seçimlerden siyasi kazanım elde etme amacıyla kurgulandığı yönünde eleştirilere de maruz kalmıştır. Araştırmanın amacı, yeni uygulama ile ilçe belediyesine bağlanan kırsal oyların ilçe belediye başkanlığı seçimlerini ne yönde etkilediğine yönelik değerlendirmelerde bulunmaktır. Bu bağlamda Trabzon ilinde bulunan 18 ilçede, 2014 yerel seçimlerinde eski uygulamadaki ilçe belediyesi sınırlarında yer alan mahallelerdeki oylar ile yeni uygulamanın sınırlarındaki sonuçlar karşılaştırılmış ve “Sandık Sonuçları Paylaşım Sistemi (SEÇSİS)”den alınan veriler ışığında tablolar oluşturulmuştur. Yeni uygulamanın Trabzon ilçelerinde birkaç istisna dışında seçimin sonucunu etkilemediği ancak ilk kez ilçe belediyesi için oy kullanan kırsal seçmen sayesinde iktidar partisinin oylarını arttırdığı sonuçlarına ulaşılmıştır. Anahtar Kavramlar: 6360 Sayılı Kanun, İlçe Belediyeleri, Yerel Seçimler.
Son yıllarda sürdürülebilir ekonominin temel koşullarından biri olan girişimciliğin geliştirilmesi ile ilgili çok sayıda çalışma alanyazınına eklenmektedir. Bu durum bilgi temelli ekonomilerde değerini ciddi ölçüde arttıran ve katalizör... more
Son yıllarda sürdürülebilir ekonominin temel koşullarından biri olan girişimciliğin geliştirilmesi ile ilgili çok sayıda çalışma alanyazınına eklenmektedir. Bu durum bilgi temelli ekonomilerde değerini ciddi ölçüde arttıran ve katalizör konumuna erişen üniversite ürünü akademik bilgi için de geçerlidir. Ancak elde edilen akademik bilginin ekonomik değere dönüştürülmesi sürecinde birtakım sıkıntılar yaşanmakta ve bu sıkıntıları bertaraf edecek kamu politikası önerilerinin geliştirilmediği gözlemlenmektedir. Çalışmanın odak noktası “akademik girişimcilik” kavramı, amacı ise akademik kadroları girişimcilik konusunda aktifleştirecek ve üniversiteleri bölgesel/ulusal düzeyde daha dinamik roller üstlenmeye teşvik edecek kamu politikası önerileri sunmaktır. Politika önerilerinin belirlenmesinde yöntem olarak kamu politikası analiz yöntemlerinden “Süreç Model” kullanılmıştır. Elde edilen veriler ışığında ortaya çıkan politika önerileri iki başlıkta kategorileştirilmiştir. İlk başlıkta, akademik kültürün geliştirilmesi ve kurum içi tanımlama eksikliğine yönelik vurgular yapılmıştır. İkinci başlık ise fikri tescil hakları ve ticarileşme ile ilgili çatışmaların bertaraf edilmesine yönelik önerilerden oluşmaktadır.  Anahtar Kelimeler: Akademik Girişimcilik, Kamu Politikası, Süreç Model.
2012 yılında kabul edilen ve 30 Mart 2014 yerel seçimleri ile 5 yıllık bir geçiş dönemi içerecek şekilde uygulamaya konulan 6360 Sayılı Büyükşehir Belediye Kanunu kapsamında bazı belde belediyeleri kapatılmıştır. Küçük ölçekli belediye ya... more
2012 yılında kabul edilen ve 30 Mart 2014 yerel seçimleri ile 5 yıllık bir geçiş dönemi içerecek şekilde uygulamaya konulan 6360 Sayılı Büyükşehir Belediye Kanunu kapsamında bazı belde belediyeleri kapatılmıştır. Küçük ölçekli belediye ya da köylerin beraberinde getirdikleri çevre, ulaşım ve benzer sorunların çözümünde kendi başlarına yeterince verimli olamamaları, yetersiz malî kaynakların olması siyasi irade tarafından gerekçe olarak gösterilmekle birlikte söz konusu düzenleme bazı çevrelerce anayasaya aykırılık, hizmetlerde etkinlik, hizmetlere katılım, yerindenlik vs. gibi hususlar bakımından eleştirilmiştir. Eleştiriler önemli olmakla birlikte, bu idari dönüşümün yerel vatandaşlar tarafından nasıl değerlendirildiği de önem taşımaktadır. Bu kapsamda bu çalışmanın odak noktasını, mahalle sakinlerinin yaklaşık bir buçuk seneyi aşkın süredir yaşadıkları deneyimler ışığında hizmet sunumundaki etkinlik düzeyi, hizmetlere erişilebilirlik (hizmetlerin halka yakınlığı), hizmetlere katılım ve mali boyutlardaki yeni yapıya yönelik algılarını ve tutumlarını eski yapıyla kıyaslamalı olarak Söğütlü ve Geyikli mahalleri özelinde incelemek ve değerlendirmek oluşturmaktadır. Araştırma kapsamında Geyikli ve Söğütlü mahallelerinde evrenden rastgele örneklem yöntemine göre seçilen toplam 176 kişiye anket uygulanmıştır. Elde bulgular sonucunda ölçek, merkeze yakınlık ve nüfus açısından farklılaşan her iki beldede hizmetlerde etkinlik, katılım ve mali boyutlarda eğilimin şiddeti değişmekle birlikte mahalle sakinlerinin bir buçuk yıllık deneyimin sonucunda olumsuz yargı ve memnuniyetsizliğe sahip olduğu sonucuna varılmıştır. Çalışmada elde edilen bulguların bu konuda yapılacak çalışmalara karşılaştırmalı veri sunması bakımından literatüre ve uygulayıcılara katkı sunacağı düşünülmektedir. Anahtar Kelimeler: 6360 Sayılı Kanun, Belde belediyeleri, Geyikli ve Söğütlü Mahalleri, Hizmet Etkinliği, Katılım
Kurulduğu günden itibaren Türkiye Cumhuriyeti (T.C.)Dışişleri Bakanlığı, gerek devletler ve uluslararası örgütlerle yürütülen ilişkilerde gerekse uluslararası arenada devletin temsil edilmesinde yüklendiği misyon çerçevesinde yürütme... more
Kurulduğu günden itibaren Türkiye Cumhuriyeti (T.C.)Dışişleri Bakanlığı, gerek devletler ve uluslararası örgütlerle yürütülen ilişkilerde gerekse uluslararası arenada devletin temsil edilmesinde yüklendiği misyon çerçevesinde yürütme organı içerisindeki en kilit teşkilatlardan biridir. Bu açıdan dışişleri bakanları, söz konusu teşkilatın en yüksek hiyerarşik amirleri olarak oldukça önemli bir pozisyonda bulunmaktadırlar. Literatürde T.C. Dışişleri Bakanlığının ortaya çıkışı, tarihsel arka planı, dış politikadaki merkezî konumu ve örgütsel dönüşümünü içeren birçok araştırma bulunmaktadır. Ancak bu bakanlığın en kilit pozisyonlarında görev icra eden dışişleri bakanlarının profiline ilişkin herhangi bir çalışmaya rastlanmamaktadır. Buradan hareketle bölümün amacı, 2 Mayıs 1920’deki kuruluşundan günümüze kadar gelen süreçte mezkûr makamda bulunan kırk dört adet dışişleri bakanına ilişkin çeşitli veri setlerinin (yaş, cinsiyet, eğitim, meslek, doğum yeri, görev süresi, politik kariyerindeki zirve makamlar ve atanma şekli) oluşturulması, yorumlanması ve böylelikle bakanların profiline ilişkin değerlendirmelerde bulunulmasıdır. İlave bir amaç ise bölümde ortaya çıkarılan profillerin, cumhuriyet tarihinin farklı dönemleri [Millî Mücadele, Tek Parti, Demokrat Parti (DP), 1960-1980, 1980-2002 ve Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) dönemleri] üzerinden karşılaştırmalı bir biçimde incelenmesidir. Bu bağlamda bölümde ilk olarak “bakan”, “bakanlık” ve “dışişleri bakanı” kavramlarına odaklanılmaktadır. Ardından T.C. Dışişleri Bakanlığının tarihsel gelişimine değinilmektedir. Son olarak ise T.C. Dışişleri Bakanlığı resmî internet sitesindeki bağlantılardan faydalanılarak ulaşılan verilerin çeşitli kriterlere göre gruplara ayrılması sonucunda elde edilen dağılım oranlarına ve bunlara ilişkin değerlendirmelere yer verilerek Türkiye’deki dışişleri bakanı profili gözler önüne serilmektedir.
Bu bölümde 2014 yerel seçimlerinin; dönemin siyasi iklimi, seçimin ilkleri (6360 Sayılı Kanun ve Bütünşehir Modeli), seçim kampanyaları, seçime ilişkin istatistikler ve dağılımlar ve de seçim sonuçları çerçevesinde irdelenmesi... more
Bu bölümde 2014 yerel seçimlerinin; dönemin siyasi iklimi, seçimin ilkleri (6360 Sayılı Kanun ve Bütünşehir Modeli), seçim kampanyaları, seçime ilişkin istatistikler ve dağılımlar ve de seçim sonuçları çerçevesinde irdelenmesi amaçlanmaktadır. Buradan hareketle, ilk olarak yerel seçim atmosferinin ulusal ölçekteki belirleyicileri üzerinde durulmuş (Çözüm Süreci, Gezi Olayları ve 17-25 Aralık Süreci), ardından ise bütünşehir modeliyle girilen ilk seçim olması nedeniyle 6360 Sayılı Kanun’un yerel seçim sistemine etkileri tartışılmıştır. Son bölümde ise en çok oyu alan dört siyasi partinin seçim kampanyalarına, seçime ilişkin istatistiklere ve siyasi partilerin kazandığı temsilciliklerin dağılımına ve de söz konusu sonuçlara ilişkin yorum ve değerlendirmelere yer verilmiştir.
Türkiye’de modern anlamda mülki idarenin yüz elli yıllık bir geçmişi bulunmakta ve mevcut durum büyük oranda söz konusu geçmişi yansıtmaktadır. Mevcut mülki idare taksimatında belirlenen il ve ilçe sınırlarının hatırı sayılır ölçüde... more
Türkiye’de modern anlamda mülki idarenin yüz elli yıllık bir geçmişi bulunmakta ve mevcut durum büyük oranda söz konusu geçmişi yansıtmaktadır. Mevcut mülki idare taksimatında belirlenen il ve ilçe sınırlarının hatırı sayılır ölçüde Osmanlı dönemine dayanması bu durumun en açık göstergesidir. Cumhuriyet döneminde gerek merkezî idare gerekse mahallî idareler açısından birçok reform yapılmışsa da mülki idare alanının bu reformların dışında bırakıldığı, hatta mahallî idarelere ilişkin reformlarla mülki idarenin görev ve yetkilerinin gittikçe daraltıldığı görülmüştür. Tüm bu gelişmeler, mülki idarenin geleceği açısından iki soruyu beraberinde getirmektedir. İlki adem-i merkeziyetçilik fenomeni çerçevesinde gerçekleştirilen bunca reformdan sonra mülki idare-mahallî idare ayrımının gerekli olup olmadığı, ikincisi ise imparatorluğun son dönemi ile cumhuriyetin ilk dönemine diğer bir deyişle yüz elli yıl öncesine dayanan mülki idare taksimatının 21. yüzyıldaki kamu hizmeti anlayışıyla ne ölçüde örtüştüğüdür. Bu bölümde Türkiye’de mülki idarenin geleceği, mülki idare taksimatına ilişkin ilgi çekici veriler ve 1980’lerden sonra artış gösteren adem-i merkeziyetçi reformlar üzerinden tartışılmaktadır. Bu çerçevede ilk olarak mülki idare kavramı açıklanmış, ikinci olarak ise Türkiye’de mülki idarenin tarihsel gelişimine yer verilmiştir. Üçüncü olarak Türkiye’de mülki idarenin mevcut durumu nitel ve nicel veriler çerçevesinde tasvir edilmiştir. Son olarak ise söz konusu veriler üzerinden mülki idarenin geleceği tartışılmıştır.

Civil administration in the modern sense has a one hundred-fifty year-history in Türkiye, and the present situation is largely based on that past. The most obvious indication of this is that the provincial and district boundaries established in the current civil administration division substantially date back to the Ottoman period. Although many reforms were carried out in both the central and local administration during the republican period, the area of civil administration was excluded from these reforms, and even the tasks and powers of the civil administration were restricted with the reforms of local administrations. All these developments raise two questions regarding the future of civil administration. The first is whether the distinction between civil administration - local administration is still necessary after all these reforms that have been carried out under decentralization; and the second is to what extent the civil administration division that dates back to the last period of the Empire and the first period of the Republic, a hundred-fifty years ago, is consistent with the understanding of the civil service in the 21st century. In this chapter, the future of civil administration in Türkiye is discussed using interesting data on the current civil administration division and the decentralized reforms that increased after the 1980s. In this context, first, the concept of civil administration is explained, and second, the historical development of civil administration in Türkiye is presented. Third, the current state of civil administration in Türkiye is described in the context of qualitative and quantitative data. Finally, the future of civil administration is discussed based on the available data.
Communities expect public administrations to be more effective and to be a catalyst that integrates all stakeholders into the system in tackling the wicked problems faced in the 21st century, which differs in many respects from its... more
Communities expect public administrations to be more effective and to be a catalyst that integrates all stakeholders into the system in tackling the wicked problems faced in the 21st century, which differs in many respects from its predecessors. Indeed, there are many wicked problems such as global climate change, international migration, social care, poverty, drug abuse etc. Unfortunately, these are not based on simple solutions. For this reason, the need for a model that will focus on these problems and seek solutions in the field of public administration has emerged.
Two main paradigms have dominated the field of public administration until today: The Classical Public Administration (CPA) and the New Public Management (NPM). The CPA whose theoretical foundations were created by Woodrow Wilson (the politics/administration dichotomy), Frederick W. Taylor (the scientific management principles) and Max Weber (the theory of bureaucracy); existed as a valid paradigm until the 1980s with its assumptions such as strict rules, hierarchy emphasis, technocratic professionalism and isolation of the private sector. However, important changes in the public administration as in every field had occurred in 1970s, when many crises broke out both economically and socially. In this context, many public administration theorists argued that the CPA, which is based on political science, can no longer solve certain problems and they can be solved with a managerial perspective in the light of the economy’s assumptions (Hood, 1991; Rhodes, 1991; Osborne & Gaebler, 1992; Carroll et al., 1985). Therefore, many governments focused on the neoliberal policies such as liberalization, free market, competition and privatization of public services, etc. These policies soon mediated the emergence of a second paradigm called the “NPM”. However, after twenty years of successful experience, the NPM and the neoliberal policies were found to be inadequate in the 21st century. The main proof is the inability to meet needs of the complex society and to be successful in terms of efficiency (Drechsler, 2009; Çolak, 2019a). The determinations of Hood, who made the greatest contribution to the theoretical development of the model, are the most obvious proof of the situation. Hood & Dixon (2015: 266) stated that the volume of public services has been reduced by about one third over a thirty-year period, but the cost increase has not been prevented.
In this chapter, the New Public Governance (NPG) model, which claims a third paradigm in the field of the public administration, is discussed in terms of its potential to find solutions to the wicked problems. In this framework, firstly, the NPG is explained as a post-NPM model. Then, in the second part, it is examined whether the NPG is a new paradigm or not. Finally, based on the expectations and the implementation issues, the evaluations have been made on the potential of the NPG to solve the wicked problems.
Bu bölümün amacı kentsel büyüme ile hizmet sınırlarının genişlemesi arasındaki ilişkinin akademik bir bakış açısıyla değerlendirilmesidir. Bu çerçevede ilk kısımda, kentsel büyüme ile onunla aynı anlamda kullanılmasına rağmen aralarında... more
Bu bölümün amacı kentsel büyüme ile hizmet sınırlarının genişlemesi arasındaki ilişkinin akademik bir bakış açısıyla değerlendirilmesidir. Bu çerçevede ilk kısımda, kentsel büyüme ile onunla aynı anlamda kullanılmasına rağmen aralarında birtakım nüanslar bulunan bazı terimlere karşılaştırmalı bir biçimde yer verilmiştir. Ardından ikinci kısımda kentsel hizmet sınırlarının genişlemesinde rol oynayan faktörler ile kentsel büyümenin sonuçları arasındaki ilişkiye odaklanılmıştır. Son kısımda ise kentsel büyüme ve kentsel hizmet sınırlarının genişlemesi olgusu Türkiye özelinde tartışılmıştır.
6360 Sayılı Kanun mekânsal, sosyal, ekonomik ve idari alanlarda çeşitli değişim ve dönüşümleri beraberinde getirmesinden dolayı Türkiye’deki yerel yönetim sistemi açısından önemli bir yere sahiptir. Bu kanun ile 30 Mart 2014 Mahallî... more
6360 Sayılı Kanun mekânsal, sosyal, ekonomik ve idari alanlarda çeşitli değişim ve dönüşümleri beraberinde getirmesinden dolayı Türkiye’deki yerel yönetim sistemi açısından önemli bir yere sahiptir. Bu kanun ile 30 Mart 2014 Mahallî İdareler Genel Seçimlerinin ardından uygulamaya konulan model, büyükşehir belediyelerinin görev sahasını il mülki sınırlarına genişletmesinden ötürü kamuoyunda “bütünşehir” terimiyle anılmaktadır. Bölgeselleşme ve yerelleşme arayışlarının Türk yerel yönetim sistemine bir iz düşümü niteliğinde olan bütünşehir modelinin uygulamaya konulması sonucunda otuz il özel idaresi kaldırılmış, söz konusu illerdeki belde belediyeleri ve köyler ise mahalleye dönüştürülerek mülki sınırlarında yer aldığı ilçe belediyesinin bünyesine dâhil edilmiştir. İl veya ilçe mülki sınırlarında tek bir birimi yetkilendirmesi, bunun yanı sıra il özel idareleri, belde belediyeleri ve köylerin tüzel kişiliğini sona erdirmesi dolayısıyla bütünşehir modelinin “merkeziyetçi yerelleşme / yerelde merkezîleşme” ye doğru bir evrilmeyi gündeme getirdiği söylenebilir. Büyükşehir statüsündeki otuz ilde uygulanan bu modelin, günümüzde hizmet sunumunun kalitesini ve hızını artırmak ve kentin bir bütün olarak planlanmasını sağlamak amacıyla diğer elli bir ilde de hayata geçirilmesine yönelik çalışmalar yürütülmektedir. Bu konu üzerine hükümet yetkilileri ve iktidar partisi tarafından verilen demeçler ve yapılan toplantılar bütünşehir modelinin yaygınlaştırılmasına yönelik önemli politika hazırlıklarının varlığına işaret etmektedir. Elli bir ilin bütünşehir kapsamına alınması durumunda yerel yönetim sistematiğinde ve bölümlemesinde radikal değişikliklerin ortaya çıkacağı ve birim sayılarının oldukça azalacağı, hâlihazırda büyükşehirlerde uygulanan model referans alınarak iddia edilebilir. Aynı zamanda bu durum, seçim yapılacak üyelik sayısının eksileceğinden ötürü doğal olarak halkın yerel siyasete katılım oranının da olumsuz yönde etkilenmesine yol açabilir. Öte yandan büyükşehir belediye sınırlarının il mülki sınırlarıyla çakıştırılması ve böylece büyükşehir belediyelerin hizmet alanının genişletilmesi, sınırlarına kırsal alanlardan katılan yerel topluluklara karşı hizmet sunumunda aksaklıklar yaşanmasına yol açma potansiyeli taşımaktadır. Özetle, bölümün birinci kısmında bütünşehir modelinin genel çerçevesi, kavramsal, tarihsel ve hukuki açılardan ortaya koyulmaktadır. İkinci kısımda bütünşehir modelinin büyükşehir statüsü dışındaki elli bir ilde de hayata geçirilmesine yönelik politika hazırlıklarına, basına yansıyan demeçler ve haberlerden yararlanılarak yer verilmektedir. Son kısımda ise büyükşehirlerdeki mevcut deneyimler ışığında bütünşehir modelinin elli bir ilde de hayata geçirilmesi durumunda söz konusu alanlarda karşılaşılacak olası sonuçlara değinilmekte ve bu çerçevede değerlendirmelerde bulunulmaktadır.
This study is intended to examine whether the public policies implemented in struggle with Covid-19 virus, which emerged in Wuhan, China and spread to a significant part of the world in a short time, caused a change in the air pollution... more
This study is intended to examine whether the public policies implemented in struggle with Covid-19 virus, which emerged in Wuhan, China and spread to a significant part of the world in a short time, caused a change in the air pollution level of the Marmara Region. Using PM10, O3, NO2 and SO2 air pollutants between April 2018 and March 2021, the change in air pollution was analyzed with ANOVA F-Test and Kruskall-Wallis H Test. As a result of the evaluation, it was determined that thanks to the implemented public policies, air pollution improved in terms of PM10, O3 and NO2 and that there was an increase in SO2 levels. From this point of view, it was observed that there was a partial improvement in the air pollution of the Marmara Region.
Bu bölümde Irkçılık-Turancılık Davası süreci öncesi ve sonrasıyla panoramik bir şekilde ele alınmaktadır. İlk olarak Nihal Atsız’ın Başvekil Şükrü Saraçoğlu’na açık mektupları, Turancılık ile devletin karşı karşıya gelmesi bağlamında... more
Bu bölümde Irkçılık-Turancılık Davası süreci öncesi ve sonrasıyla panoramik bir şekilde ele alınmaktadır. İlk olarak Nihal Atsız’ın Başvekil Şükrü Saraçoğlu’na açık mektupları, Turancılık ile devletin karşı karşıya gelmesi bağlamında incelenmektedir. İkinci olarak, tutuklamalara giden sürecin önemli bir halkası olan Nihal Atsız-Sabahattin Ali Davası,
toplumdaki politik cepheleşmeyi yansıtması açısından irdelenmektedir. Üçüncü kısımda, 3 Mayıs 1944 günü yaşanan hadiseler ve Turancıların tutuklanmasına ve dördüncü kısımda, Turancılara yönelik gözaltı ve tutuklamalara yer verilmektedir. Beşinci olarak, Resmi Tebliğ ve İsmet İnönü’nün 19 Mayıs 1944 Söylevi hükümetin Turancılara bakış açısı bağlamında değerlendirilmektedir. Altıncı olarak, Turancılar açısından işkencelerle geçen 1944’ün yaz ayları, işkence görenlerin hatıratları çerçevesinde tasvir edilmektedir. Yedinci kısımda, dava iddianamesine, Turancıların savunmalarına ve dava sonucunda çıkan kararlara değinilmektedir. Son kısımda ise Askeri Yargıtay’ın kararı bozması sonucunda Turancıların aklanması konu edilmektedir.
Karmaşık sorunlarla mücadele, beklendik ve beklenmedik gelişmeler nedeniyle standart bir çözüm kümesi üzerine inşa edilememektedir. Ancak bu durum, sorunların üstesinden gelme gerekliliğini ortadan kaldırmamaktadır. Buradan hareketle, bu... more
Karmaşık sorunlarla mücadele, beklendik ve beklenmedik gelişmeler nedeniyle standart bir çözüm kümesi üzerine inşa edilememektedir. Ancak bu durum, sorunların üstesinden gelme gerekliliğini ortadan kaldırmamaktadır. Buradan hareketle, bu bölümde karmaşık sorunların en önde gelenlerinden biri olan yoksulluğa ve kentsel düzeyde onunla nasıl mücadele edileceğine odaklanılmaktadır. Bu çerçevede ilk olarak, yoksulluk tanımı ve kentsel bağlamı üzerinde durulmuştur. Ardından yoksullukla mücadeleyi karmaşık kılan faktörler tartışılmıştır. Son olarak ise yoksullukla mücadelede fayda sağlayabilecek kentsel düzeydeki stratejiler ele alınmıştır.
Modern kamu yönetiminin iki yüz yıllık geçmişinde iki ana paradigma egemen olmuştur. Bunlardan ilki olan “Geleneksel Kamu Yönetimi (GKY)”, hiyerarşik ve bürokratik varsayımlarıyla 20. yüzyılın son çeyreğine kadar hüküm sürmüştür. İkinci... more
Modern kamu yönetiminin iki yüz yıllık geçmişinde iki ana paradigma egemen olmuştur. Bunlardan ilki olan “Geleneksel Kamu Yönetimi (GKY)”, hiyerarşik ve bürokratik varsayımlarıyla 20. yüzyılın son çeyreğine kadar hüküm sürmüştür. İkinci paradigma ise özel sektör ve piyasa tabanlı reformları ön plana çıkaran “Yeni Kamu İşletmeciliği (YKİ)”dir. Ancak 21. yüzyılın başlangıcıyla birlikte değer merkezli çatışmalarla başa çıkma, toplumun değişen ihtiyaç ve beklentilerine yanıt verme ve kamu yararını maksimize etme konularında YKİ’nin yeterli olmadığı anlaşılmıştır. Diğer bir deyişle, yeni yüzyılın karmaşık ve habis sorunlarının üstesinden gelmede ikinci paradigmanın ötesinde bir yaklaşıma ihtiyaç duyulmuştur. Bu bağlamda “Yeni Kamu Yönetişimi (YKY)”; birlikte üretim, katılım, çoğulculuk, karşılıklı bağımlılık, iş birliği, ortaklık, değer merkezlilik ve karşılıklı güven gibi unsurlara vurgu yaparak üçüncü bir paradigma iddiasıyla ortaya çıkmıştır. Bu çalışmada YKY’nin teorik argümanları ile örnek uygulamalarının incelenmesi ve ortaya çıkış gerekçeleri ile uygulama bulguları arasındaki ilişkinin karşılaştırılması amaçlanmaktadır. Bu açıdan temel hipotez, yeni paradigma iddiasının güçlenmesinin teorik boyuta ek olarak uygulama boyutunun da gelişimine bağlı olduğudur. Bunun için de YKY uygulamalarını konu edinen akademik araştırmalarda, örgütlerin içsel sorunlarından ziyade 21. yüzyılın karmaşıklığını yansıtan yeni habis sorunlara odaklanılması gerekmektedir. Söz konusu hipotez, sistematik literatür incelemesi yöntemiyle, farklı ülkeleri konu edinen örnek olay çalışmalarının bulgularından hareketle ölçülmektedir. Üç bölümden oluşan çalışmanın birinci bölümünde, genel hatlarıyla kamu yönetimi alanının kavramsal, tarihsel ve paradigmatik çerçevesi sunulmaktadır. İkinci bölümde, YKY’ye ilişkin teorik bilgilere ve yeni bir paradigma iddiası taşımasına yönelik tartışmalara yer verilmektedir. Üçüncü bölümde ise YKY uygulamalarına ilişkin beklentiler ve farklı ülkelerdeki örnek olay çalışmaları konu edilmiştir. Bu çerçevede Anglo-Sakson, Nordik ve Kara Avrupası siyasal kültüründen seçilen on iki farklı ülkedeki (Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere, Kanada, Avustralya, Danimarka, Finlandiya, İsveç, Hollanda, İtalya, Almanya, Belçika ve İspanya) YKY uygulamaları araştırılmıştır. Sonuç olarak ise YKY’nin üçüncü paradigma iddiasının teorik açıdan güçlü olmasına rağmen uygulama açısından henüz aynı seviyeye erişmediği fikrine ulaşılmıştır.
Kamu yönetiminde 21. yüzyılın başlangıcı ile birlikte esen dönüşüm rüzgârı, teorik temellerden reform programlarına kadar birçok alanda etkisini hissettirmektedir. Bu etki çerçevesinde bir yandan kamu yönetimi alanındaki bazı kavram ve... more
Kamu yönetiminde 21. yüzyılın başlangıcı ile birlikte esen dönüşüm rüzgârı, teorik temellerden reform programlarına kadar birçok alanda etkisini hissettirmektedir. Bu etki çerçevesinde bir yandan kamu yönetimi alanındaki bazı kavram ve yöntemler demode olurken, diğer yandan Geleneksel Kamu Yönetimi (GKY) ve Yeni Kamu İşletmeciliği (YKİ) paradigmalarına alternatif olarak geliştirilen modellerle (Post-YKİ) birlikte alanyazınında yeni kavramların etkisi tartışılmaktadır. Söz konusu kavramlardan biri de 1995 yılında Mark Moore tarafından yazılan “Kamu Değeri Yaratmak: Kamuda Stratejik Yönetim” (Creating Public Value: Strategic Management in Government) başlıklı kitap aracılığıyla kamu yönetimi tartışmalarının gündemine giren “kamu değeri” (public value) kavramıdır.
Uzun bir süre “kamu yararı” (public interest) ilkesi üzerine odaklanılan kamu yönetimi alanında, artık birçok yönden bu ilkeyle farklılık arz eden yeni bir kavramın egemen olmaya başladığına tanıklık edilmektedir. Bu bağlamda bölümün amacı, kamu yönetimindeki odak dönüşümünü, çoğu zaman birbiri yerine kullanılan kamu yararı ve kamu değeri kavramları arasındaki farklar üzerinden yorumlamaktır. Genel bir karşılaştırma yapılacak olursa kamu yararı, kamu yönetiminin toplumun yararını gözetmek için üstendiği roller çerçevesindeki genel hedefini ifade etmekte ve bunu gerçekleştirmek için üretilen çıktıları ön plana çıkarmaktadır. Ayrıca kamu yararı; politikacılar, bürokratlar, hukukçular ve birtakım baskı gruplarının belli bir politikayı idealize etmek için sıklıkla başvurdukları bir kavram olarak da dikkat çekmektedir. Buna karşılık, kamu değeri ise yalnızca kamu kurumlarının ürettiği çıktılarla sınırlı olmamakta, aynı zamanda kamu politikalarının sonuçlarını ve bunların toplum nezdinde nasıl bir anlam ifade ettiğini içermektedir.
Kamu yönetimi – özel yönetim dikotomisine ilişkin klasik argüman, bu yönetim tarzlarının temel odakları bağlamında kendisini göstermektedir. Bu açıdan özel yönetimin odağı, kâr elde etmek ve kârı maksimize etmek iken; kamu yönetiminin odağı, kamu yararı sağlamaktı. Ancak 21. yüzyılla birlikte, gerek bürokrasi ve hiyerarşi yönelimli GKY’ye, gerekse neoliberal esintiler eşliğinde piyasacı değerlere dayanan YKİ’ye yönelik meydan okuyuşların artması sonucunda yaşanan dönüşüm; kamu yönetimi odağında da birtakım farklılıkları beraberinde getirmiştir. Bunları temelden farklı iki zıt görüş olarak görmek yerine, birbiri üzerine eklenen kümülatif bir çaba olarak nitelendirmek, söz konusu karşılaştırmayı sağlam bir zemine oturtmak açısından hayati bir önem taşımaktadır. Çünkü kamu değeri yaratmak, kamu yararı sağlamak idealinin çağdaş dönemdeki formu olarak, kamu yararı kavramında bulunmayan katılım ve yönetişim boyutlarını ön plana çıkarmaktadır.
Özetle, bölümde ilk olarak kamu yönetimi alanında 21. yüzyılla birlikte yaşanan dönüşüm, YKİ ve post-YKİ modeller üzerinden irdelenecek ve böylelikle odak değişiminin arka planı ortaya koyulacaktır. Ardından kamu değeri ve kamu yararı kavramları benzer ve farklı yönleriyle karşılaştırılacaktır. Son kısımda ise çağdaş kamu yönetiminde odağın kamu yararından kamu değerine doğru giden seyri, post-YKİ modellerden biri olan kamu değeri yönet(iş)imi (KDY) üzerinden tartışılacak ve kamu değeri yaratmanın çağdaş kamu yönetimi açısından ne ölçüde önem taşıdığına ilişkin değerlendirmelerde bulunulacaktır.