Svoboda | Graniru | BBC Russia | Golosameriki | Facebook
TASAM, bağlı enstitüler ve Türkiye’nin Stratejik Vizyonu 2023 projesi ile ilgili alanlarda yorum, makale ve araştırma projesi tekliflerinizi değerlendirilmek üzere [email protected] adresine gönderebilirsiniz... >>
Kontrollü Bunalım, Filistin ve İslam Dünyası
Süleyman ŞENSOY
Süleyman ŞENSOY
TASAM Başkanı / Chairman
Yayın Tarihi : 24.11.2014
Kontrollü Bunalım, Filistin ve İslam Dünyası Bunca yıl sonra Mescid-i Aksa’ya girip gaz bombalarını kullanan ve Filistinlileri yaka paça dışarı atan bir İsrail askeri söz konusu. Diğer taraftan İsrail Özel Kuvvetleri’nin orada olması sanki ilginç bir senaryo gibi gözüküyor. Bu kadar olay çıkarabilecek ve hassasiyet duyulan bir meseleyken İsrail’in bunu bu derece kaşıması, bu hâle dönüştürmesi çok mantıklı bir hareket midir?
 
İsrail’in kendine göre bir stratejisi var. Spontane gelişmiş bir olay değil. Bu noktaya nasıl gelindi? Bölgesel şartlara, İsrail’in uluslararası şartlarına ve Filistin’in şartlarına bakmak lazım. Bu Arap Baharı denilen süreçte Kuzey Afrika ve Orta Doğu’da çok ciddi bir kriz ve kaos var, Tunus görece toparlanma içerisinde, onun dışındaki bütün ülkelerde iç savaş ve siyasi karışıklıklar var. Bu İsrail için olumlu.  Potansiyel tehdit olabilecek herkes sırasıyla tasfiye oluyor. Son dönemdeki bir gelişmenin altını çok iyi çizmek gerekiyor. İngiltere Parlamentosu’nun Filistin’i tanıması, İsveç’in hükümet düzeyinde Filistin’i tanıması ve buna benzer gelişmelerin de İsrail’i çok tedirgin ettiğini, kişisel olarak değerlendiriyorum. Hem Bölge’nin içinde bulunduğu durumdan cesaret alarak ( çünkü tepki verecek kimse yok ) hem de Filistin’in devletleşme sürecindeki bu gelişmelerin getirdiği kaygılardan yola çıkarak bu olayların bir devlet provokasyonu olduğunu düşünüyorum. Filistinlileri kışkırtmak, sokağa dökmek ve belki de üçüncü İntifada’yı çıkarmak istiyorlar gibi de yorumlanabilir. Bunun neticesinde de Filistin’in kazanımlarının üzerine yürümek ( askerî olarak ) ve onu 5-10 yıl geriye götürmek amacı güttüğünü düşünüyorum. Bu da Filistin’in hem kendi ulusal ölçeğinde hem de uluslararası kazanımları anlamında geriye gitmesi demek. Bugüne kadar İsrail’in temel politikası; her ne kadar müzakereler yahut da farklı dönemlerde farklı Amerikan başkanlarıyla planlar yürütse de üç aşağı beş yukarı değişmez. Filistin haritasına bakarsanız 1948’den itibaren toprakları sürekli küçülmüştür, zaman içerisinde Filistin’in bir devlet olamayacak duruma gelmesi İsrail’in temel referansıdır diye düşünüyorum. Yani iki devletli çözüm fikri her ne kadar diplomaside konuşulsa da, uzun vadeli reel politik planlarda olmadığı kanaatindeyim. Dolayısıyla bunun provokasyon boyutunu hem Bölge ülkelerinin hem de Filistin’deki grupların, hükümetin çok iyi değerlendirmesi ve ona göre tepki vermesi gerektiğini düşünüyorum.
 
Hristiyanlık, Yahudilik ve Müslümanlık için Kudüs önemli bir simge. Bu önemli simge; İsrail’in attığı adımlar dolayısıyla ( örneğin Mescid-i Aksaya girişlerin sınırlanması, yasaklanması vb. hareketler ) İsrail’in kısıtlamalarının Filistinliler üzerinde baskısı olduğu için Mescid-i Aksa her ay, her gün o tartışmaların odak noktası olarak kalıyor ve bir türlü de bu olumsuz koşullar ve tavırlar aşılamıyor. İdeal olan; herkesin inanç özgürlüğünü istediği gibi kullanması durumu var, akılcı ve mantıklı olan kısım bu iken İsrail faşizme giden bu tavrını neden törpülemek yerine sivriltmeye gidiyor?
 
İsrail, bugüne kadar gerilim siyaseti yaparak hem ulusal birliğini sağladı, hem de uluslararası ilişkilerini tesis etti. Bunun karşılığında ise Bölge’yi istikrarsızlaştırdı ve Bölge ülkelerinin gelişmesini engelledi. Görünür - görünmez araçlarla manipüle etti. Filistin’i hem sürekli küçülttü hem de ikiye böldü. Böylece toprak bütünlüğü kayboldu.  
 
Mescid-i Aksa, Filistin için de İslam dünyası için de kırmızı çizgidir.  Ama Yahudi ve Hristiyan dünyası için de oradaki mabetleri kırmızı çizgidir. Dolayısıyla herkesin kendi kırmızı çizgilerine saygı beklediği gibi İsrail’in de yani Yahudi toplumunun da İslam dünyasının kırmızı çizgisine saygı göstermesi beklenir. Ama bunun karşılığı İsrail tarafında yok. Dönem dönem Şaron da bunu yaptı. Mescid-i Aksa üzerinden istedikleri provokatif süreci başlatmak istiyorlar. Dolayısıyla bu kırmızı çizgiye saygı göstermiyorlar.
 
İntifada süreçlerine bakarsak 1987’de ilk İntifada’nın başlaması; bir İsrail aracının 4 Filistinliyi ezmesi ve öldürmesiyle beraber patlak vermişti ve ikinci İntifada da 2000 yılında Şaron’un Mescid-i Aksa avlusuna girmesiyle başladı. Bundan sonra da pek çok sorun ve eylem biçimi de geliştirilmiş oldu. Hamas, şimdi üçüncü İntifada kapıda diyor. İslami Cihad üçüncü İntifada başlamıştır diyor. El Fetih şu an sessiz kalmayı tercih ediyor. Acaba İntifada başladı mı, başladıysa nasıl koşullar getirecek? Çünkü Filistin’de Filistinlileri soyutlamaya yönelik bir utanç duvarı söz konusu. İsrail’in uyguladığı güvenlik politikaları doğrultusunda ilk İntifada’daki kadar rahat hareket edemeyen bir Filistin halkı söz konusu. Acaba üçüncü İntifada’nın koşulları nasıl gelişebilir?
 
Filistin’deki dinamikleri açısından; El Fetih bir şekilde merkezî hükümet sayılır. Uluslararası dinamikleri daha yoğun yaşayan taraf, dolayısıyla biraz daha kendince reel politik davrandığını düşünüyorum. Yani üçüncü İntifada başlayabilir ama bunun Filistinlilerin kendi ortak konsensüsleri ile içeriğini çok iyi netleştirmeleri lazım. Yani İsrail’in tahrik ve provokasyonlarına hizmet edici bir heyecanla ve öfkeyle olmamalı. Kontrol edilemeyen heyecan ve öfkeniz varsa düşmana ihtiyacınız yok zaten. Türkiye’nin yakın tarihinde de benzer olumsuz örneklerimiz çok. İntifada için öfkesini ve heyecanını kontrol eden, ulusal ve uluslararası denklemleri iyi hesap eden bir içerik planlaması yapılması lazım. Eğer bu düşündüğüm gibi İsrail’e ait provokatif ve tahrik edici bir girişimse, bu İntifada’nın sonunda Filistin’in birçok kazanımı yok olabilir. Çünkü Bölge’de Filistin’e ciddi destek olabilecek ülke de kalmadı. İslam dünyası çok ciddi sorunlarla uğraşıyor. Burada en fazla Türkiye’nin sesi çıkıyor. Dolayısıyla bütüncül anlamda Filistin’e yardıma gelip, zararları en aza indirebilecek bölgesel yardımın da en kısıtlı olacağı bir dönemde yaşıyoruz. İsrail zaten bunu çok iyi biliyor.
 
Abbas’ın Hamas’a ”ortalığı germeyin, tansiyonu biraz daha düşürün” şeklinde çok ciddi bir tepkisi var. Bir yandan Netenyahu “şiddeti körüklüyor” diyerek Hamas’ı suçluyor. Filistin halkı da Abbas’ı pasif kalmakla itham ediyor. Böyle bir açıklamalar silsilesi söz konusu. Bu duruma İsrail cephesinde bakış nasıl? Abbas’a karşı daha makul bir Filistin lideri izlenimi mi söz konusu, yoksa tamamen düşman gören bir nitelendirme mi söz konusu?
 
El Fetih her zaman daha ılımlı olarak kabul edildi. Tam olarak tanınmamış olsa da hükümet yönetiyor, devleti yönetiyor. Ama El Fetih ve Hamas arasındaki yakınlaşmanın, ortak hükümet kurma çalışmalarının, Filistin’in dış dünyada tanınması kadar İsrail’i rahatsız ettiği ortada. Aslında İsrail’in işine gelen Hamas mıdır yoksa El Fetih midir? Bu da göreceli bir konudur. Dolayısıyla bu iki ana grubun reel politiği gözeten, Bölge’den, İslam dünyasından ve Batı’dan alabilecekleri desteği iyi analiz ederek bir plan, proje geliştirmeleri gerekiyor. Dolayısıyla, birlikte hareket etmeleri İsrail için çok rahatsız edici.  Ama hangisi İsrail için daha anlamlıdır? Bu göreceli bir konu, o anda işletilen sürecin durumuna göre değişebilir.
 
Obama’nın “her iki tarafta da barış yönünde, barışı isteyecek siyasi bir irade yok’’ açıklamaları mevcut. Gelinen durumda üçüncü İntifada kapıda. Eylemler ve İsrail’in tarafının verdiği karşılıklara baktığımız zaman, barış devre dışı mı kaldı?
 
İsrail kendi toprak bütünlüğü içerisinde hareket eden bir devlet değil. Nükleer güce, nükleer silaha sahip olması zaten Bölge’de çok caydırıcı bir etken. İsrail ve dünya liderleri bunu çok iyi biliyor. Eğer kendi toprakları sınırlarında kalarak bir devlet olmayı isteseydi, bu barış şimdiye kadar defalarca olurdu. Dolayısıyla Lübnan’daki, Suriye’nin ve Irak’ın kuzeyindeki bir takım gelişmeleri; hatta bizi de etkileyen bir takım gelişmeleri göz önüne aldığınızda, İsrail’in bir genişleme isteğinde olduğu anlaşılıyor. Dolayısıyla nihai bir barış olacağı kanaatinde değilim. Bunu bir kötümserlik ya da çok keskin bir görüş olarak söylemiyorum ama edindiğim tecrübe ve izlenim bunu söyletiyor. Bir de Bölge Filistin’e destek olmak konusunda bu kadar zayıfken İsrail niye barış istesin diye sorarım kendi kendime. İsrail’in ideal, uzun ve orta vadeli planı neyse, bu tartışılabilir. Kendisine göre bir kontrollü bunalım politikası uyguluyor; zaman zaman tansiyonu düşürüyor, zaman zaman yükseltiyor ve her zaman kendi açısından bir mesafe kazanıyor. Dolayısıyla iyi analiz edilmesi gereken bir süreç.
 
Son olaylar Yaser Arafat’ın ölüm yıldönümüne denk geldi. Kuşaklar boyu sürekli bir çatışma hâli söz konusu. Örneğin ikinci İntifada da 30 binden fazla çocuk İsrail tarafından gözaltına alındı ve işkenceye uğradı. İkinci İntifada konusunda daha da acı bir istatistik var;  10 yaşın altında işkenceye maruz kalan 10 bin çocuk var. Üçüncü İntifada patlak verdiği takdirde benzer bir durum yaşanırsa çocuklar ve Filistin adına, işkence ve şiddet politikasına maruz bırakılırlarsa, nasıl bir tablo ortaya çıkabilir?
 
Çok ciddi bir uluslararası kamuoyu baskısı gelirse benzer şeyleri gene yapacaktır. Ona göre eli taş tutabilen herkes hedeftir. Yetişkin olması, uluslararası standartlara göre belli bir yaşın üstünde olması İsrail için bir ölçü değil.  Bu tür riskler yani sokak olayları, direnişler, çatışmalar olduğu sürece Filistin’de çocukların başına bu tür durumların gelme riski, bombardımanda sivillerin ölme riski devam edecektir. Bu risk üçüncü İrtifada eğer başlarsa daha da artacaktır.
 
Irak’tan, Suriye’den bahsettik, Ürdün’de durumlar karışık, Kuzey Afrika’ya baktığımız zaman ortalık toz duman, Mısır malum durumda. Bölge ülkeleri bu durumdayken ve Gazze’de daha yeni şiddetli bir saldırı yaşanmışken, şimdi gelinen noktada özellikle Mısır özeline inmek istiyorum: Gazze’nin kapılarını kapatarak, Kahire’de müzakerelere ev sahipliği yaparak, iki tarafın arasını bulmaya çalışıyor olması bile aslında diplomatik anlamda çok iki yüzlü bir tutum olarak görülüyor. Bölge’de sadece Türkiye’nin sesi çıkıyorken İslam ülkeleri neden bu kadar pasif kalıyorlar?
 
Adaleti tesis etmeniz için güçlü olmanız gerekir. Güç ve Adalet... İslam dünyasının sorunu adaleti tesis edecek güce henüz ulaşamamış olması ve mevcut gücünün de ciddi risk altında olmasıdır. Bölge bu hâle nasıl geldi, bizim de İslam dünyası olarak, Bölge ülkesi olarak ciddi öz eleştiri yapmamız lazım.
 
Arap Baharı’nın ne demek olduğunu küresel amaçlar açısından ve kendi amaçları açısından doğru okuyabildik mi? Bölge’de Mısır, İran ve Türkiye’nin ciddi bir inisiyatif geliştirmesi lazım. Bölge’nin üç önemli ülkesi… Üçünün de farklı hinterlantları var. Mısır, İran ve Türkiye bu sorunların çözümünde ciddi inisiyatifler geliştirmedikçe ilerleme kaydedilebileceğini düşünmüyorum.
 
Mısır’da askerî darbeyle yönetime gelmiş, sonra da Cumhurbaşkanı olarak göreve gelmiş birisi var. Seçilmiş de olsa askerî, otoriter bir yönetim var. Bu yönetimi de görece destekleyen tanıyan Amerika Birleşik Devletleri var. Mısır’ın ekonomik durumları da çok iyi değil, ciddi sıkıntıları var. Dolayısıyla kendince, fazla ciddi bir yük almadan gidiyor. Filistin meselesi de arka sıralara düşüyor.
 
El Fetih içerisinde en sert ses Nervan Bargudi’den çıktı. Barbudi ikinci İntifada sırasında tutuklanmıştı, 2002’den beri hapishanede. Yaptığı çağrıda Filistinlileri silahlı mücadeleye çağırıyor. Şimdiye dek bu yönde herhangi bir açıklama yoktu. El Fetih içerisinde işgalci, savaşçı bir tutum olursa Abbas’ın dediği noktaya mı varılır? “Abbas da Bölge’yi bir din savaşına sürüklemek istiyor” noktasına mı ulaşır durum?
 
Çatışmaların neye dönüşeceği belli olmaz ama Bölge ülkeleri müdahil olmadıkça Filistinlilerin durumu belli, askerî anlamda rekabet etmeleri mümkün değil.
Mevcut durumun  bir bölgesel savaşa dönüşeceğini söylemek için erken. Ama bu, El Fetih’in kendine göre diplomatik bir atağı da olabilir. Yukarıda Abbas ılımlı şeyler söylerken protokol olarak aşağıda birine radikal bir şeyler söyletmiş olabilirler. Ama Bölge ülkeleri müdahil olmadıkça Filistinlilerin moral bozmak, ufak kayıplar verdirmek, tedirgin etmek dışında bir kapasitesi de yok.
 
90’lı yılların başında “İsrail, Arap genini yok edici bir silah üzerinde çalışıyor” şeklinde komplo teorileri vardı. Bu gibi hayal ürünü ve İsrail’in saldırgan politikalarını içeren teoriler üretilirdi. Zaman gösterdi ki bu gibi teorilere, fantastik silahlara ihtiyaç yok; zaten İsrail istediğini istediği şekilde yapıyor. Gazze’yi bir açık hava deney sahası olarak kullanıyor. Ürettikleri silahların kalitesinin kanıtlandığı deneme alanı gibi. Kendi silah rantına da zemin hazırlatan bir kirli savaş alanı oluşturmuş durumda. Böyle bir ortamda Hamas’ı bitirmek ne kadar akılcı bir şey? Hamas bitse kime saldıracak, nerede silahlarını deneyecek?
 
Silah deneme işi göreceli bir şey, bir şekilde bir yer bulunur. İsrail gibi bir ülkenin çözemeyeceği bir şey değil ama dediğim gibi Filistin, Hamas ve Gazze meseleleri zamana yayılmış durumlar. Mevcut dünya dengeleri içinde bir anda girip de yok etmeniz mümkün değil.  Zamana yayarak sürekli küçültmeye, baskılamaya, kaçmaya, göçmeye zorlayan bir süreç var. Gazze zaten açık hava hapishanesi. Savunma sanayisinde çok büyük bütçeler ayırmadan nitelikli üretim yapan ve dünyada etkin olan iki ülke var; biri İsveç biri İsrail. O nedenle bu ülkeler kendilerine “deneme” için yer bulmakta zorlanmayacaklardır.
 
( TASAM Başkanı Süleyman ŞENSOY | Röportaj | TRT Türk Haber Ajandası Programı | 15.11.2014 )

© 2015 TASAM Tüm hakları saklıdır.
Developer KILIC