hesabın var mı? giriş yap

  • "sevgili anne, çilek sadece reçel yapmak için kullanılan bir malzeme değildir. bazı insanlar (küçük oğlun da buna dahil) çileği meyve olarak yemeyi de tercih edebilirler. "sakın o çilekleri yeme, onlar reçel olacak!" şeklindeki savunman çok kalp kırıcı!"

    artik nasil dokunduysa cocuga..

  • seneler önce evde abiyle beraber internet cafe ortamı yaratılmıştır. online mmorpg oyunlarından biri oynanmaktadır birlikte canavar kesmece yapılmaktadır.
    oğullarının ne yaptığını uzun süredir çözmeye çalışan baba da onları izlemektedir.

    -ben şurdakileri öldürüyorum sen buraya gelme!
    -tamam ben de şurdayım.
    -olum bunlar çok güçlü..
    -eheh ezik seni ben dağıtıyorum bunları..
    -oha ne biçim vuruyo..

    baba bişey demeden gittikçe sokulmaktadır. ilgisini çekmeye başlamıştır oyun.

    -olum ölcem ben..
    -bişey olmaz kaç..
    -aha kaçamıyorum..
    -kaç lan kaç
    -aha ölüyorum yardım..
    -pot iç pot!
    -ölüyoruuuum!

    -eşşoooooğleeşşeek! abine yardım etseneeeee!

    -mauhahuahuauh
    -mauahahuahuhau

  • ''oruç sayesinde fakirlerin halini az çok anladım. umarım zenginleri de anlayabileceğimiz bir organizasyon vardır.''

    gecenin bu vakti iyi geldi.

  • ayın hilal şeklinin dünyanın her yerinde sağa bakmaması. türkiye'de aşağı yukarı tam olarak sağa bakan hilalin güneye indikçe saat yönünün tersine dönmesi. dahası ülke bayraklarının bundan etkilenmesi. türkiye, pakistan ve moritanya bayraklarındaki hilallerin ülkelerin coğrafi konumu hakkında bilgi vermesi.

    vay anasını! moritanyalı çocuğa ay dede çiz desen yukarı bakan hilal çizecek. hayat ne garip, hilaller falan.

    güneye inme editi: saat yönünün tersine demişiz zamanında ama fark etmez tabii. sonuçta ayın başı veya sonu olmasına göre iki yöne de bakabilir.

  • bizim köpek biz yemek yerken yanımızda bekler. yemeğe falan sulanmaz ama başka bir yere de gitmez. çünkü bilir ki yemeğin sonunda bir ihtimal bir şeyler ona da atarız. çoğu zaman bundan kaçınıyoruz malum bizim yediğimiz yemekler köpeklere pek faydalı değil. bakmayın sokak köpeklerine onlar açlıktan tahta bulsalar yiyecek durumdalar. yoksa çerçöpten bulup yedikleri yemek artıkları da onlara son derece zararlı.

    bizim köpeğin bu yemek sonunu bekleme huyunu bildiğimizden, bir şey verecek olursak öncesinde iki üç hareket yaptırıyoruz. emir komuta zinciri talimi yapsın, eğitimini pekiştirsin diye. mesela "otur, pati ver, afferin" deyip yemeğini veriyoruz. onun da en itaatkar zamanı o zaman oluyor. normalde üç kere tekrarladığın emri çat diye yapıyor. hatta öyle ki patiyi sen istemeden veriyor o kadar alıştı o rutine. ekmeğini patiden çıkarıyor.

    geçenlerde bir şey deneyelim dedik. yemek sonunda artan bir et parçası için sevgilim bana döndü, "sedat otur" dedi, oturur gibi bi kaykıldım. köpek şaşkın şaşkın baktı "noluyo lan?" dercesine. olayı anlamaya çalışıyor. "pati ver" dedi, pati verdim ve...

    havlaya havlaya üstüme koştu. "napıyosun yaaa sen!!? ne ekmeğimle oynuyorsun!!!" der gibi. normalde bize böyle tepkisel havlamışlığı hiç olmamıştı. kırk yılda bir havlasa da bu "hadi gel oyun oynayalım" diye olurdu. hayvan ilk defa adalet için isyan etti. ne de olsa yemeğin başından sonuna bekleyen oydu. halbuki ben sonunda iki üç hareketle ete konmuştum. aklıma bir anda bilim adamının suratına hıyar fırlatan gelir eşitsizliğine tepki veren kapuçin maymunu geldi. (bkz: kapuçin maymununun eşitsizliği reddetmesi)

    gerçi adaletten mi yaptı yoksa bencil bir tekelcilikten mi bilemiyorum onu bak. otopark mafyası gibi yemek sonu artıklarına çöreklenmiş de olabilir. belki arkadaşları olsaydı onlar da ellerinde sopalarla dalardı bana. bak o da olabilir.

    yine de her gün bizi şaşırtıyor adi köpek.

  • acilen kedilerime onlar tarafından ödüllendirilmek istemediğimi, mamaları karşılıksız verdiğimi anlatmam gerekiyor sayın kediciler. ben kediden anlamam, köpekten anlarım. köpeğe hayır derim mesela, ödüllendirmez. ancak kedi konusunda ne yapacağımı bilmiyorum. hatta ödüllendirildiğimi anlamam bile aylar sürdü bak, o kadar yabancıyım kedi milletine. beynim bir türlü basmıyor.

    şincik, benim 5-6 tane kedim vardı. bu sayı çok diye başta bayağı söylendim. ben bakmam, istemem, vermiyorum mama cart curt diye. sonra bir baktım meğerse 14-15 kedim varmış! aynı renkte olanları ayırt edemeyişimi fırsat bilen üçkağıtçılar sırayla ortaya çıkmak sureti ile beni kandırdılar. zaten hiç doymuyor oluşlarından şüphelenmem lazımdı. yav diyorum kuş kadar mideleri var, 15 kg mamayı anında bitiriyorlar. yine de kötü düşünmedim, yakıyorlardır, koşuyor garibanlar dedim. duygularımla oynadılar. ta ki mama vermeyi unuttuğum güne kadar. ertesi gün mamayı bir döktüm, her yerden kedi yağdı. sağa bakıyorum benim şişko sarı, sola bakıyorum benim şişko sarı. zaten o sarının huyunun hep değişiyor olmasından da şüphelenmeliydim ama işte hep iyi niyetimden hep :( neyse sonuçta sürüsüne bereket kedim var.

    bir gün mutfak penceresinin önünde, bahçede, ölmüş bir fare gördüm. aha dedim, kedilerim eve girmeye çalışan bir fareyi yakalamış. fareye üzüldüm çünkü ben üzülmek için yaratılmıştım ama yine de kedilerin evi koruması hoşuma gitti. ödül olarak verdiğim mama miktarını artırdım. çalışın aslanlarım dedim. sonra yine mutfak penceresinin önüne bir koyun bacağı geldi:( gittikçe bir korku filminin içinde yaşamaya başlar oldum. evi koyun bacaklarından korudukları için de teşekkür edebilirdim ama biraz saçma geldi ne bileyim. zavallı koyun bacağı bana ne yapabilirdi ki? heveslerini kırmamak için bunu yüzlerine vurmadım. olur öyle dedim.

    bu arada kedilerimin mamasını mutfak penceresinden veriyordum. sonra kapının oradan vermeye başladım çünkü mamalar girişte duruyordu ve böylesi daha kolaydı. ayrıca uzun uğraşlar sonucu o ölmüş fare ve koyun bacağını da atmıştım, ardından da ptsd tedavisine başladım, sizlere acıdığım için onları atarken hissettiklerimi yazmıyorum. his derken neyle tutarsan tut bedenleri böyle, tamam anlatmıyorum.

    neyse, sonra kapının oraya başka bir ölmüş fare geldi. bu kez fare kendi geldi ölük ölük. ve tombişti, diğer ölük fare değildi. ertesi gün de aynı kapının önüne tombiş koyun bacağı geldi:( bilmiyorum kayaları birleştirebildiniz mi ama farelerin ve bacakların her seferinde benim mama verdiğim yerden eve girmeye çalışmaları çok mümkün değil gibiydi. kedilerim beni ödüllendiriyordu:( nolur beni kurtarın, sözün özü bu. bahçede çok sevdiğim ve köpeklerimi delirten kirpim var, ödül olarak onu getirirlerse ya? kirpime savunma sanatlarını öğretmek istiyorum çünkü dikenleri sivri ve sert değil. geçen gün büyük köpeğim onu ağzına almış gezdiriyordu kirpime hiçbir şey olmadı. köpeğime de. tabii ki köpeğin kirpiyi aldığını fark etmedik yoksam izin verir miyiz ya neyse işte. eve gitmiycem ben karar aldım şu an. kesin kapının önünde ölük bir şey olacak:(

    ben geldim: kedilerimi göstereceğim. burada soldaki şişko sarı kedim, sağdaki ise şişko sarı kedim. tabii iki gün önce bu kediler böyle değildi. soldaki şişko sarı resmen gitmiş yüzünü gözünü patilerini beyaza boyamış ama neyse, bir şey demiyorum. böyle boyanmış halini dedem de ayırt eder. nasıl boyamış ya, hayret bir vaka. bu da diğer sarı kedim, boyanmamış olan. sabahın köründe çektim fotoları ve otur dedim bekle dedim hiç dinlemediler. insan güceniyor. sonra şu fotoyu gördüm. sağdaki ne:( önce ayakkabım sandım ama öyle tüylü ve yumuşak ayakkabım yok. kedi mi bu, kediyse benim öyle kedim yok:( kirpim desek hiç değil çünkü kirpim toparlak ve tek renk, gri. tilki de olamaz, tilki olsa kedilerimi yerdi. kesin karıncayiyen bu çünkü karıncayiyen hiç görmedim, demek ki gözüm algılamadı sabah sabah. aa karıncayiyenim oldu bahçede, yaşasın be, ismi guido olsun. guido salvadora.

  • " büyükada'dan kadıköy'e dönmek için kullandığım vapura son dakikalarda bir adam bindi.
    gelip tam karşıma oturdu ve bana 'kabataş vapuru değil mi' diye sordu...
    bilmiş bir edayla 'hayır kadıköy vapuru' dedim...
    çünkü görevliye sormuştum.
    vapur kalkmak üzereydi. adam koşarak indi...
    az sonra koşarak tekrar bindi; ' bu vapur kabataşa gidiyormuş görevliye sordum' dedi...
    'sıçtık' diye düşündüm ve bu sefer vapurdan ben koşarak indim...

    vapur önce kadıköy sonra kabataş'a uğruyormuş.
    tekrar koşarak vapura binip, bir kahve aldım ve o adamın tam karşısına oturdum...
    ikimizde nefes nefeseydik. kahvemi yudumlarken ne kadar 'salak' olduğumuzu düşündüm.

    her şeye rağmen güneş bulutların arasından dik açıyla yüzümüze vururken, kısık gözlerimiz ve parlayan dişlerimizle biz had safhada mutlu gibi görünüyorduk... evet."

  • almanya'da yaşamakla ilgili en sevdiğim şey, insanların birbirine yalancı muamelesi yapmaması.

    ulus kültüre şu yerleşmiş: birinin beyanı esastır ve kafadan doğru kabul edilir. yalan atıyor mu diye düşünülmez. bu devletle ilgili işlerde de böyledir, arkadaş arasında elde bira içip muhabbet ederken de. söylediğiniz şeyler olduğu gibi kabul edilir ve altında bir şey aranmaz.

    ancak gün olur da yalan söylediğiniz ortaya çıkarsa bedelini ağır ödersiniz. resmi konularda büyük para cezaları gelir, sosyal ortamlarda dışlanma yaşarsınız.

    bunun böyle olması ülkede işleri rahatlatıyor. örneğin birine gidip "kardeşim buraya araba parketmek yasak" dediğinizde tartışmaya girmiyor, "özür dilerim" diyerek çekiliyor. sözünüzün altında bir çakallık aramıyor. insanlar arası böyle bir güven ortamı oluşturan aile değerleri, eğitim sistemi vs. ne varsa türkiye'nin de üzerine dersler çıkarması gerek sanıyorum.

  • tr. aktör/fail ağ kuramı.
    bruno latour'un öncülüğünü yaptığı bu kuram, doğa bilimleri ile sosyal bilimler arasındaki ilişkileri farklı bir perspektiften sorgulamayı dert edinmekte. bu perspektif iki kavrama yaslanıyor: heterojen ağ ve sosyo-teknik asamblaj.
    latour diyor ki toplum heterojen bir yapıdır ve içinde bir sürü aktör bulunur. buraya kadar söylediği yeni bir şey yok aslında. lakin aktöre yüklediği anlam, insanmerkezcilikten uzaklaşarak insan olmayan varlıkları da kapsamına alıyor. böylece egemen bağış, saç kurutma makinesi, rende, tavuk, çekiç ali, paspas, demokratik kongo cumhuriyeti, rimel, deniz tarağı, sedir, çam, kaya, çocuk bezi vb. bütün varlıklar toplumsala etkileri olan failler olarak dikkate alınır. latour, böylece bugüne kadar failliği söz konusu bile edilmeyen insandışı (non-humans) varlıkları da "hetorejen ağ"a katarak aktörler arasında demokratik bir birliktelik sağlamış olur ve insan olmayan varlıkların, en az insanlar kadar toplumu şekillendirip dönüştürme gücüne vurgu yapar.
    dahası latour, bir adım daha atarak actor kavramını da aşarak actant kavramını üretir. böylesi yeni bir kavrama ihtiyaç duymasının nedeni, aktör/fail kavramının eylemin (fiilin) sahibine odaklanması,oysa latour'un bu yeni perspektifinde binlerce, yüzmilyonlarca, milyarlarca farklı failin fiilinini, yani hangi fiilin hangi faile ait olduğunu bilmenin mümkün olmamasıdır.
    sonuç olarak, bu kurama göre bütün fiiller, insan ve insan olmayan actant'ların yekûnunun oluşturduğu ilişkilerden tebarüz eder. genel olarak bu kuram ve özelde de latour, iktidar ilişkilerini sulandırdığı için hayli eleştirilir. yeri gelmişken ben de eleştireyim: eyyy latour efendi, o bahsettiğin hetorejen ağ içinde egeboy'un failliği ile rendenin faillliği nasıl aynı ontolojik düzlemde incelenebilir, sen bunu açıkla bi bana önce. yok actantmış, yok failmiş. laflara bak!!!!

    not-1) ayrıntılar için latour'un şu kitaplarına bakılabilir:
    - we have never been modern, 1993.
    - reassembling the social, 2005.
    2) ilaveten callon, mol ve law ile feminist teknobilimci haraway'in de bu kuramın oluşturulmasında payı olduğunu hatırlatır, ukteci ruz'a selamlarımı iletirim.
    3) bu kuramı istanbul depremi üzerinden "yeryüzü" nün failliğini dikkate alarak inceleyen türkçe bir çalışma için bkz. ebru kayaalp, onur aslan, "belirsizliğin bilimi: beklenen istanbul depremi ve uzmanlar antropolojisi", toplum ve bilim, sayı 144, 2018, s.124-146.
    4) (bkz: sosyal konstrüktivizm)

  • noel'in yaklaşmasına bağlı olarak bazı bilgileri gün yüzüne çıkarmanın vakti geldi. bir kaç arama yaptım fakat yazılmamış.

    -dünya çapında noel zamanı gönderilen hediyelerin toplamı yıl boyunca alınan hediyelerin 364 katıdır.
    -"twelve of christmas" şarkısında geçen "gerçek aşk", katolik klisesi'nin tanrı'ya olan aşkından bahseder.
    -facebook verilerine göre, en çok ayrılık noel'den iki hafta önce gerçekleşiyormuş.
    -m.s. 350 yılında roma piskoposu papa 1. julius 25 araslık'ta isa'nın doğum günü olarak ilk kutlamayı ilan etti.
    -şimdiye kadar kesilen en yüksek noel ağacı douglas köknar cinsi 221 metre yüksekliğe sahipti ve 1950 yılında washington seattle'daki northgate alışveriş merkezi'nde sergilendi.
    -noel'in üç rengi; yeşil, uzun bir hayat ve yeniden doğuşu sembolize eder; kırmızı, mesih'in kanını; altın rengi de zenginliği temsil eder.
    -noel tatili sırasında intiharın en az yaşandığı zamandır.
    -en büyük noel çorabı 32,56m uzunluğunda ve 14,97m genişliğinde 2007 yılında londra'da yapılmış.
    -1850 yılından beri noel ağacı satılıyor.
    -noel ağacı 15 yaşını doldurunca kesilip satılıyor.
    -polonya'da noel ağacını örümcek ağlarıyla da süslerler. çünkü bu ağ, bebek isa için battaniye görevi görür.
    -noel, abd'de ilk olarak 26 haziran 1870 tarihinde resmi tatil ilan edildi.
    -evergreens (her zaman ve büyümek) anlamına gelir. eski zamanlardan beri yaprak dökmeyen dallar ve ağaçlar hristiyanlığın simgelerinden olarak noel ağacına dönüşmüştür.
    -druid'ler ökse otu'nu; her mevsimde yapraklı olan ve ağaçlar üzerinde yaşayan bitkiyi kutsal kabul ederlerdi. ve yere değmesine izin vermezlerdi. sinir hastalıklarını tedavi eden bitkinin kötülüğü önleme gücünün olduğuna inanırlardı.
    -noel kutlamaları, 1659-1681 yıllarında yozlaşmış bir katolik katili olarak görülerek kutlayanlara para cezası kesildi.
    -the poinsettia meksikaya özgüdür ve "çiçek açan" anlamına gelir. ilk olarak aztekler tarafından yetiştirilmiş ve kırmızı parlak rengi saflığı simgeliyordu. ateş düşürücü olarak da kullanılan bu çiçek kutsal olarak kabul ediliyormuş.
    -noel baba, 4. yüzyılda patara'da yaşamıştır. (türkiye)
    -puritan oliver cromwell, 1649-1660 yılları arasında ingiltere'deki noel kutlamalarını ve şarkılarını yasakladı. izin verilen tek kutlamalar vaazlar ve dualardı.
    -noel çorapları, 3 kız kardeşin evi geçindirmek için kötü yola başvurduğu ve noel baba'nın da gelip çoraplarına altında doldurarak onları bu durumdan kurtardığı zaman ortaya çıkmıştır.
    -noel baba'nın öncüsü viking tanrısı odin olarak kabul ediliyor. ren geyikleri de odin'in sekiz bacağı olan atı sleipnir'i temsil ediyor ve kış aylarında odin insanlara ceza veya hediye yağdırırmış.
    -beyaz saray'a ilk noel ağacı getirten başkan hakkında 2 iddia var. birincisi başkan franklin pierce'in 1856. diğeri ise 1889'da başkan benjamin harrison.
    -ilk ışıklı süsleme 1882 yılında edward johnson tarafından yapıldı.
    -1901 yılında çevreci başkan teddy roosevelt noel ağacını yasakladı.
    -ilk noel ağacı 1483-1546 yılları arasında martin luther süslemiştir.
    -ilk noel posta pulu 1962'de abd'de çıkmıştır.
    -noel ağacında ilk süs olarak adem ve havvayı temsilen elma kullanılmıştır.
    -abd'de kurulan ışıkla süslenmiş noel ağaçlarının her yıl ortalama 100 tanesi yangına sebebiyet verip 10 kişinin ölümüyle sonuçlanır. 15 milyon $'da maddi hasara uğratır.
    -noel ağacı, noel sonrası atılmak yerine c vitamini içeren bazı iğneli kısımları yenilebilir.
    -noel sözcüğü eski ingilizce sözcüğü olan cristes maesse'den gelir.

  • zor bir çocukluk geçirmiş ve tartışmasız dünyanın en ilginç cv'lerinden birine sahip ikon.

    30 temmuz 1947'de avusturya'nın graz şehrinde nazi sempatizanı, ayyaş bir babanın ikinci oğlu olarak dünyaya geliyor. bir polis şefi olan babası arnold'ın abisine hep daha yakın davranıyor ve arnold'ı çocukluğu boyunca hor görüyor. hatta özellikle onun vücut geliştirme hayalleriyle çok dalga geçiyor. 1971'de bir araba kazasında ölen abisinin, ya da 1972'de ölen babasının cenazelerine dahi gitmiyor.

    kötü çocukluğundan kaçışı filmlerde buluyor arnold. o zamanlar ünlü bir vücut geliştirici olan reg park'ın b kalite filmlerinde rol alıyor. film dünyası onun amerika hayallerininin fitilini ateşleyen şey oluyor.

    amerika'ya gitmek onun için kolay olmasa da, bu genç vücut geliştiricideki karizma ve azme hayran kalan o dönemin uluslararası vücut geliştirme federasyonu başkanı joe weider'ın yardımıyla bunu başarıyor. arnold, alanında görülmemiş bir başarıyla kariyeri boyunca toplamda 5 mr. universe ve 7 mr. olympia şampiyonluğu yaşıyor. 1968'de 21 yaşındayken amerika'ya göçen arnold, bu şekilde dünya çapında vücut geliştirme sporunun yüzü haline geliyor.

    vücut geliştirme dünyasının en tepesine çıkmasıyla oyunculuk fırsatları da kendisini bulmaya başlıyor. birkaç ufak rolden sonra 1976'da "stay hungry" filmindeki performansıyla ilk kez uzun metraj bir filmde rol alan oyuncuları kapsayan "best newcomer" yani en iyi yeni oyuncu altın küresini kazanıyor. sonrası zaten malum. 1980'lerdeki aksiyon filmleri furyasının baş kahramanı arnold; conan ve terminator serileriyle ve total recall, predator gibi filmlerle herkesin tanıdığı bir yüz haline geliyor.

    2003'te arnold kaliforniya eyaletinin valisi olmak için seçim çalışmalarını başlatıyor. tabi ki seçiliyor da. görevi süresince eyaletin ekonomisini düzeltmek, yeni girişimcileri teşvik etmek ve doğayı korumak için birçok çalışma yürütüyor. 2006'da rahatlıkla ikinci kez eyaletin valisi seçiliyor. ikinci dönemi çok iyi gitmiyor gerçi. ekonomik olarak zor duruma düşen eyaleti için pek bir şey yapamıyor. 2011'de valilik görevi sona erdikten sonra film kariyerine the expendables serisi ile devam ediyor.

    uzun lafın kısası, gerçekten de dünyanın en ilginç cv'lerinden birine sahip olan biri arnold: dünyanın gelmiş geçmiş en iyi vücut geliştiricisi, uluslarası alanda tanınan, aksiyon türüyle özdeşleşmiş bir aktör, ve 21 yaşında göç edip vatandaşı olduğu abd'nin kaliforniya eyaletinde iki dönem vali. daha n'olsun; yaptığı işlerde aşırı kalifiye olması dışında, yaptığı işlerin farklı yelpazeden olması da bir o kadar özgün.

  • bu başlık altına bunları yazacağımı hiç düşünemezdim.

    uzun zamandır oyun oynadığım ama hiç muhabbet etmediğim biriyle en son 5 şubat akşamı karşılıklı hamle yaptık. normalde en geç bir iki saat içinde hamle yapmasına rağmen bu kez 72 saatlik hamle süresini geçirdiği için oyunu kaybetti.

    oyundaki nickinin sonu "_46" olduğu için kahramanmaraşlı olduğunu ve depremde başına bir felaket geldiğini düşünüyorum. belki şu an enkaz altında, belki bir yakınını kaybetti, bilemiyorum. kendisine yeni bir oyun teklifi gönderdim. insanın böyle günlerde oyun oynayası gelmiyor ama şu anda ekranda "..._46 ile yeni oyun açıldı" cümlesini görmeyi çok istiyorum.

    ***

    mutluluk edit'i: 11 şubat sabahı itibariyle yeni oyun açıldı. çok sayıda arkadaş iyi dileklerde bulunup böyle bir edit'i beklediklerini yazmışlardı.